30 Ağustos 2012 Perşembe

The Newsroom

The Social Network ve Moneyball'un senaristi Aaron Sorkin'den harika bir öykü ama bu kez Tv izleyicileri için. Pek çok gerçek olayı ve haberi konu eden dizi, haberciliğin hangi şartlarda olduğunu, bir haber programının kamera arkasında yaşananlarını anlatıyor. Özellikle medya sektöründe çalışan arkadaşlara şiddetle tavsiye edeceğim, çok güzel bir dizi. Başrolde sunucumuz Will McAvoy'u usta oyuncu Jeff Daniels canlandırıyor. Dizideki karakterler özenle seçilmiş ve performansları harika. Dizide şirket çıkarlarının ve reklam verenlerin baskısına rağmen servisin idealist bir şekilde doğru habercilik yapma savaşını gözler önüne seriyor. Yaklaşık 15 bin kişinin oy kullandığı dizinin IMDB notu ise an itibariyle 8.8. Yüksek temposu, harika senaryosu ve güzel oyunculuğuyla bu kaliteli HBO dizisini şiddetle tavsiye ederim.

Şampiyonlar Ligi Gruplar


El Clasico#2 İşte Bu...

"Son yıllarda El Clasico yazıları da klasik halini aldı. Yeni bir şeyler, farklılığı bulmak zor. Kadrolar ve mantalite aynı olunca iki takımda değişim de zor oluyor tabii". Böyle başlamışım yazıya, 1 hafta önce Camp Nou'da oynanan maçın ardından. Geçen gece ise ezberleri bozan bir karşılaşma izledik, bana inat. İyi ki izledik. Sevindik oynanan futbola, üzüldük tarihi farkın kaçmasına. Real Madrid-Barcelona maçlarında son yıllarda beyazların bu kadar ezdiği, üstün oynadığı bir maç oynanmamıştır herhalde. Higuain, ilk yarıda 2 karşı karşıya pozisyonu gole çevirse, maçın skorunu tahmin etmek zor olacaktı. Hele ki Adriano'nun atılmasından sonra kesin gözüyle bakıyordum farka olmadı. Real bir torba gol kaçırınca, Messi de devreye girerken farkı bire indirince Real, temkinli olmak zorunda kaldı. Yine de çok pozisyon yakaladı ama atamadı. Barcelona'nın da 1-2 ciddi atağı olmadı değil. Ama onlardan birini atsalar da Real kendisine gerekeni bulup yine de alırdı kupayı. Mourinho'nun İspanya koleksiyonu tamamlanmış oldu böylece. Çalıştığı her ülkede bunu yapıyor Portekizli. Ülkenin ne kadar kupası varsa alıyor. Sıra geldi Şampiyonlar Ligi'ne. Zamanı geldi de geçiyor bile. 10 sene önce Zidane'ın muhteşem golüyle gelen kupayı kaldırma sayısı 11'i bulmalı artık bu sezon. Yine en büyük rakip Barcelona. Her ne kadar sıkıntıları olsa da yarış çetin geçecek hem ligde hem de Avrupa'da. Real Madrid ise geçen sene ki parolayı uygulamak zorunda: Kazan, kazan, kazan ve arkana bakma...

Kocaman Çözülme

Fenerbahçe uzun zamandır yapılan yanlışların faturasını bir kez daha ödedi Şampiyonlar Ligi'ne kalamayarak. Klişelerden biridir Avrupa karnesi. Aykut Kocaman öğrenciyken böyle bir karneyle eve gitse neler olurdu acaba? Ahlak bilgisi ve edebiyat hariç hepsi sıfır. Kanaat notu da kurtarmaz böyle bir karne sonrası.

Yazık oldu Fenerbahçe'nin bu güzel kadrosuna ve taraftarına. Geçen yıldan bu yana biriken hata listesi sonunda iflas bayrağını çektirdi Aykut Kocaman'a. Senin kalibrene yakın ama asla üstünde olmayan bir takıma göz göre göre elenmekle ayrı bir başarı elde etti Kocaman. 2 sene önce Young Boys ardından Paok, şimdi de Spartak Moskova. Tüm bu başarısızlıklar için hocayı kutlamak lazım galiba.

Ülkemizde en çok sorgulanan tercihlerin başında gelir teknik adamın ismi. Kulüplerimizin de genelde başarısız oldukları bir konudur bu. Dönemsel başarılardan bahsetmiyorum. Uzun vadeli planlamalarla işimiz olmaz pek. Bir teknik adamın takıma ne verdiğini hesaplamayız biz. Ligi nerede bitirdikleri önemlidir. Takımı taşıdığı seviye hiçbir şekilde önemsenmez. İşte bazen teknik adamın takımına ne verdiğini hesaplamazsan, duygusal davranırsan faturasını da ağır ödersin. Fenerbahçe'nin başına gelen bu.
Türk futbolunun tarihini yapsan jeneriğe girecek adamdır Aykut Kocaman. Futbolculuğunda yaptıklarını, attığı golleri, efendiliğini buraya yazmak gerek yok. Teknik adam olduktan sonra da bir falsosunu bulamazsın ahlaki açıdan. Adamdır dersin, uzatmazsın lafı. Ama adamlığının başına teknik gelince olmuyor işte. Yapamıyor. En azından büyük bir takımda yapamıyor diyelim. Bu da onun kabahati değil. Vizyonu bu kadar. Fazlasına izin vermiyor. 3-5-7 sene sonra da böyle olacak. Ver bugün Kasımpaşa'yı, Ordu'yu, Antep'i başarısız olmaz, adından da söz ettirir. Ama büyük takım olmuyor işte. Fenerbahçe'ye de yazık oluyor.

3 sene önce geldi görevinin başına. Son hafta kaçan bir şampiyonluğun ardından. Böyle bir travmadan sonra Denizli ertesi gibi yine müthiş kenetlendi Fenerbahçe, camia olarak. O sezonki şampiyonlukta Aykut Kocaman'ın payı çok yüksek değil. Aksini kabul etmem asla. Galatasaray ve Beşiktaş'ın olmadığı bir yarışta, önünde yıllardır şampiyonluk mücadelesinden uzak bir takımı geçti. Evet zordu ama camia inanılmaz kenetlenmişti. 2.yarının başında şansta yardım etmişti, Trabzon peş peşe iki beraberlik alınca. O sezon da çok yanlış yapmıştı Kocaman, özellikle ilk yarıda. 2.yarı 11'deki adamların yerini oynatmayınca başarı da geldi.

Geçen sezon ise Fenerbahçe'lileri çok yanılttı. Mahkeme sürecinde Fenerbahçe camiasından her bireyin yapacağını yaptı. Dik durdu olaylar karşısında. Örnek oldu takımının başında ama yine teknik adam olamadı. Elinden bazı yıldızları kayıp gitmesine, yerine de idare eder isimler alınmamasına rağmen fena kadrosu yoktu. Büyük takıma yakışır bir teknik adam olsa bir şekilde alabilirdi şampiyonluğu. Ama yapamadı. En büyük zaafı çıktı her zamanki gibi ortaya: Cesur olamama. Halbuki geçen sezon cesaret yılıydı. Takımını fazla sakin oynattı, şampiyonluk kaçtı. 3 gün sonra Bursa maçında biraz cesur oldu, 29 yıl aradan sonra kupa rahat geldi.
Bu 2 sezonda da takımın öne çıkan isimleriyle sorunlar yaşadı, balansı tutturamadı. İlk senenin başlangıç haftalarında yine Alex'siz bir sistem denedi, olmadı. Geçen sene de Emre'yle sıkıntılar yaşadı. Emre gitti sonunda. Madrid yolcusunun boşluğu kabak gibi ortadaydı. Geçen sene bile onsuz oynadığı maçlarda çok zorlandı. Bu sezon Kuyt ile ofansif sıkıntısını giderdi, Mehmet Topal ile defansif orta sahanın kalitesini yükseltti ama hala Emre'nin yeri boştu. Bunu görmek için Şampiyonlar Ligi treninin kaçması mı lazımdı. Vaslui beraberliğinin ardından panik halinde Krasic'in alınmasına ses çıkarmadı. Hala büyük sıkıntı belliyken. Keşke o panik halinde yeni Emre bulunsaydı da o kadar para düzgün harcanmış olsaydı.

En sonunda da Alex ile bir kez daha problem yaşadı. Kabul, Alex'in Twitter'dan BBM'den yazdıkları hoş değil ama böyle kritik bir dönemeçte liderlik, büyük takım teknik adamlığı nerede? Sen geç turu. Sonra yemek mi istiyorsun Alex'i, ye. Alex'i bitirdin, başkanı statta hoş olmayan bir konuşma yapmak zorunda bıraktın. Bir de üstüne Moskova maçında dalga geçer gibi 60.dakikada oyuna aldın Alex'i, hadi kurtar diye.

Tam anlamıyla yazık oldu Fenerbahçe'ye. Halbuki gerçekten çok iyi bir kadrosu var. Avrupa Ligi'nde de ligimizde de çok iyi işler yapabilecek bir kadro. Ama Aykut Kocaman'la sadece hüsran yaşar. Çünkü cesareti olmayanlar hiçbir zaman kazanamazlar. Sadece anlık mutlu olurlar. Şu an Fenerbahçe'nin içinde bulunduğu durum bu değil mi?

27 Ağustos 2012 Pazartesi

Bülent'in Gecesi


"Asla hakemler hakkında yorum yapmadım, bir ömür boyu süren alışkanlığımı bu salak için bozmayacağım" demişti ünlü menajer Ron Atkinson. Artık nasıl sinir ettiyse maçın hakemi, İngiliz tarzı bir cevap vermişti Atkinson. Hakemleri fazla eleştirmeyelim, destek verelim tamam ama bazen biri çıkıyor, maçın önüne geçiyor, bir çuval inciri berbat ediyor. Bülent Yıldırım o penaltıyı çaldığında işte bunlar geçti aklımdan. 

Dün gece çok güzel bir maç oynandı İnönü stadında. Çok güzel futbol değil, maç. Heyecanıyla, temposuyla, gollerinin oluş biçimleriyle hop oturup hop kaldırmasıyla unutulmayacak maçlar arasına girecekti.  Bülent Yıldırım vermese de o penaltıyı bu maç yine de geçecekti tarihe. Galatasaray'ın sür direk favori olduğu Beşiktaş'a neredeyse hiç şans tanınmadığı bu maçta kazansaydı siyah beyazlılar, 2005'te Kadıköy'de Fenerbahçe’yi 4-3 yendiği maçın bir benzerini yaşatmış olacaktı taraftarına. O maçla birebir aynı demiyorum. Başlangıcı, ilk yarısı inanılmaz benziyor. O yüzden geldi aklıma.

O derbide de Fenerbahçe ilk yarım saat fırtına gibi esmiş, golleri bulan hep Beşiktaş olmuştu. Fenerbahçe yakalasa da Beşiktaş atmaya devam etmişti. Dünkü maçında ilk yarısı aynı böyleydi işte. Daha 20.saniyede umut atsa maçın ne olacağı belli değildi. Melo, süre kazandırdı Beşiktaş'a kendi kalesine atarak. Oyunun kontrolü zaten Galatasaray'da. Öne geçse sarı kırmızılılar B planı yok Samet hocanın, kenarda kalifiye oyuncusu olmadığından.

Şans iste. O gün yanındaysa senin, rakibin ne kadar üstün olursa olsun senden, tutuyor maçı bırakmıyor. Dün Beşiktaş’ın ilk yarıda başına gelen buydu. Galatasaray sağlı sollu geldi, her şeyi yaptı, denedi, olmadı. Galatasaray’ın forvetleri gol kaçırma konusunda, savunması da yeme konusunda cömert olunca gün Beşiktaş’ın günü oldu. Maç sonunda üzülen taraftı siyah beyazlılar kabul ama genel kanının aksine öyle inanılmaz oynamadı Beşiktaş. Çok koştu, çabaladı, ama futbol oynamadı. Zaten beklenti ilki içindi. O yüzden Beşiktaş iyi oynadı demek yanlış.
Siyah beyazlıların özellikle 2.yarı bu kadar üstün oynamasının en önemli nedeni Fatih Terim’in intihar değişikliğiydi. Melo hazır değil kabul ama Amrabat’ın Brezilyalının yerine girmesi daha kabul edilemezdi. Bir de üstüne Hamit’in çıkması orta sahayı tamamıyla Beşiktaş’a verdi. Hamit çok kötüydü ama Melo çıktıktan sonra Selçuk’u o bölgede yalnız bırakmak intihardı. Samet Aybaba’nın da değişiklik hatasını örttü bence Fatih Hoca. Mustafa’nın yerine Batuhan tercihi anlaşılmazdı. Şu an ki fiziğiyle Ronaldo’nun Corinthians günlerini andıran ama bitiriciliği olmayan Batuhan’ın girmesi yanlıştı. Kamp dönemi boyunca göz dolduran, oyuna girdikten sonra da diri olmasıyla beni haklı çıkartan Mehmet Akyüz, Mustafa’nın yerine giren olmalıydı.
Fatih Hoca’nın bu yanlış tercihi Beşiktaş’ı galibiyete götürüyordu ki bir anda gecenin adamı olan Bülent Yıldırım çıktı sahneye. Burak’ın kendini atmasını görmesine rağmen artık kafası nasıl çalışıyorsa yardımcısını bahane ederek çaldı penaltıyı. O pozisyonda kararı verdikten sonra yardımcısından alacağı tek yardım, içeride mi? Dışarıda mı? Olmalıydı. Orada penaltı kararını kendisi vermeliydi. Bence penaltı olmadığını gördü de ama kafasından neler geçirdiyse artık olayı yıktı yardımcının üzerine, çıkmaya çalıştı işin içinden. Erdinç Sezertam’da masum değil. Pozisyon dışarıda, açısı yanlış. Her şey yanlış. Büyük ihtimalle Hilbert’in pozisyonunda kaldı Yıldırım, emin olamadı kendinden verdi penaltıyı. Gecenin kara adamı oldu, bu güzel futbol gecesinin içine etti. Burada kimse Burak Yılmaz’ı suçlamasın. İngiltere’de yaşamıyoruz. Centilmenlik bizim kültürümüzde sadece kadına, çocukluya, yaşlıya öncelik tanımaktır. Futbolda centilmenlik ise bizim gibi Akdeniz ülkelerinde sadece lafta kalır. Burak o pozisyonda atarken kendini hakemin bile bu kadar kötü bir performansı yiyeceğini düşünmemiştir. Orada kafası normal çalışan bir hakem, tereddütsüz verir sarı kartı, bitirir Burak’ı. O yüzden tek hedef Bülent Yıldırım olmalı, Burak değil. Ülkemizde ilk defa büyük takım oyuncusu aldatmıyor hakemi bu tarz bir hareketle. Beşiktaşlısı da, Galatasaraylısı da, Fenerbahçelisi de, Trabzonlusu da herkes yaptı bunu daha önce. Hakem dik duracak cesurca verecek kararı.
Ligin 2.haftasında ne kadar güzel bir futbol gecesi oluyor derken bu karar çıktı. Keyifleri kaçırdı. Beşiktaş çok koştu, fizik olarak iyi, beceriden uzak gözüktü. Galatasaray’ın beceriden yoksun olması zaten imkansız bu kadroyla, fizik olarak kötü gözüktü. Daha çok sular akacak bu haftanın ardından. Galatasaray toparlanır ama Beşiktaş transferin bitmesine günler kala almazsa 2 hücumcu kanat oyuncusu, çok sıkıntı çeker. Mustafa’nın da uzun süre olmayacağını düşünürsek birde forvet lazım şimdi. O yüzden yönetim acele edecek. Zira derbide umut ışığını yaktı Beşiktaş.

23 Ağustos 2012 Perşembe

El Clasico #1/Temkin

Son yıllarda El Clasico yazıları da klasik halini aldı. Yeni bir şeyler, farklılığı bulmak zor. Kadrolar ve mantalite aynı olunca iki takımda değişim de zor oluyor tabii. Sahaya çıkan 11'ler arasında iki tarafında eksiği aynı. Savunmanın göbeğindeki kilit isimler yok. Ama bir tanesi bu şekilde 60 maç oynamıştır desek çok yanlış olmaz. Mascherano, şapkadan çıkan tavşan değil. Pep'in devam filmini bozmadı Tito. Arjantinli, her ne kadar zaafları olsa da çok hissettirmedi kaptanının yokluğunu. Mourinho'nun işi daha zordu. Pepe'siz Real savunması, alternatif olmadığı için çok sırıtıyor. Albiol çare değil oraya. Portekizli katil balinanın olmadığı maçlarda oynadığın sistem gereği o bölgede iyi bir alternatifin olmalı. Zaten Ramos artık sağ bekten koptu. Unutmuştur bile orada oynamayı. Avrupa Şampiyonası'nda da mecburen oynadı göbekte artık değişmezde. O yüzden iyi bir isim gerekiyor bence. Arbeloa sınırları zorluyor zaten. Real formasını giymesi normalde zor ama takım çok iyi olunca kaynıyor arada. Yanlış anlaşılmasın çok beğendiğim bir oyuncu ama takım Real Madrid işte.
İki takımın oyununa ne yazayım. Marca ilk yarı sonunda başlığı atmış: "Barca domine etti, Madrid beklemede". Maç sonunda da değişen bir yoktu. İstediği zaman vitesi yükseltti Katalanlar. Ronaldo'nun golüne Pedro'nun erken cevabı da burada önemli. Pepe'nin yokluğunda normalde yemeyeceği goller yedi Madrid. Iniesta'nın payını unutmadık. Madrid savunmasını perişan etti. Xavi'nin golünde dalga geçti olağanüstü bir gol pası verdi, penaltıda Ramos'u süpermarkete gönderdi. Güney Amerikalı olsa bu adam uzaydan mı geldi denir. Avrupa'dan uzaya çıkarmıyorlar adamı işte.
Valdes'in arada bir girdiği hata yörüngesi Real'in şansıydı. Di Maria affetmedi. Bernabeu'ya seyircisini umutlu getirdi. Baktım Twitter'da herkes Valdes'e sallıyor. Aman yapmayın. Bir de Casillas mı olacak Barcelona'nın kalesinde. El insaf. 1-2 zayıf halka rekabeti zevkli hale getiriyor. O da olmasa?
Sonuçta Tito-Mourinho serisinin ilkinde gülen Katalan tarafı oldu. Futbola doyduk mu? Hayır tabii ki. 2 süper takımın maçında temkin ilk akla gelen kelime oldu. Ligdeki rüzgar farklı olur. İkinci maç için burada beraberlik çıksa dahi ortada hatta ibre Barca'dan yanaydı. Şimdi de aynı. Real'in kazanmak zorunda olduğu ve belki de kazanacağı bir maç izleriz ümidi var içimde. Daha görmedik belki tanık oluruz.

16 Ağustos 2012 Perşembe

La Liga'da Muhtemel 11'ler

Marca, takımlar bu sezon böyle oynar demiş. Şampiyonla başlamış. Başlık süper. "Mourinho Part III: En iyiyi geliştirmek" demişler. Geçen sezondan fark yok. Olması içinde bir sebep yok. Rekorları alt üst eden bu 11'de zayıf halkalar tabii ki var ama ligde de 121 gol, 100 puanlık performans var. Taşları yerinden oynatmak kolay değil. Yine de Khedira ve Arbeloa'nın yerine 2 farklı içime sinen isim olda daha mutlu olurdum.
Barcelona 11'i verirken atılan başlığı tam olarak çevirirsek komik olacak aynen veriyorum: "Guardiola'sız El Guardiolismo". Pep'in devam filmi Tito'nun başarısı futbolcuların ne kadar aç olacağına bakar. Ne kadar iyi niyetli olursa olsun, her şeye bu kadar kısa sürede doymuş bir takımı rakibinin açlık düzeyine getirmek zordur. Tito'nun en büyük sınavı bu olacak. Yoksa daha ne anlatacaksın 11'deki bu isimlere. Sakatlıktan dönen Villa konmamış. Alexis tamam ama Villa'sız bu 11 sıkıntılı. Çünkü devamlı kazanmaya odaklı bir rakip var karşında. Ondan daha fazla galibiyet almak için Villa şart.
Başka takım girmez zirve için ama bizim çocukların kontenjanı var. Arda ve Emre'den ağabey kenarda bu 11'de. Simeone'nin cebindeki kaliteli barutu olur Emre. Korkutucu bir 11. Keşke şampiyonluk yarışında olabilseler. Ama ligin diğer tarafını zirvede bitireceklerine inancım fazla. Daha fazlası için beklemek lazım. Marca'da diğer büyük adayların da muhtemel 11'leri var ama bu sayfada sadece kalabalık ederler. Devamını merak edenler siteden bakabilir.



Wenger-Van Persie-Ferguson

1996'dan bu yana Arsenal'in başında Arsene Wenger. 16 senede 3 lig şampiyonluğu, 4 FA, 4 lik kupası kazandırmış Londra kulübüne. Oldukça sıkıntılı bir dönemden geçen, 25 yılda 2 şampiyonluk kazanmış bir kulübü 7 senede 3 kez zirveye çıkarmış. 3 kez Avrupa'da final oynatmış. Takımın papazları ayrılmadan önce hemen her sene şampiyonluk yarışında bir şekilde vardı Arsenal. Bunu da hep iyi kadrolarla başardı. Bir dönem herkesin ezbere bildiği 11'in yerine son dönemde sürekli gençleri denedi, yeni isimlere baktı ama bir türlü sağlam bir omurga oluşturamadı. Böyle olunca da 10 yıl önce fırtına gibi estiği dönemin yanına yaklaşamadı. Nefret ettiği Alex Ferguson'dan da en büyük farkı bu oldu. Yenilenme süreçlerini iyi yönetemedi.

Şimdi de takımın en yüksek profilli ismi Robin Van Persie'yi ezeli rakibine kaptırdı. Ha yine müthiş kar etti. Yaklaşık 2.5 milyon paunda aldığı Hollandalı'yı 24 milyona sattı. "Profesör" yine müthiş karlı bir alışveriş yaptı. Tamam bu sezon önemli isimleri getirdi Londra'ya. Son yıllarda yapmadığı kadar para harcıyor. Neden? Şampiyon olmak için. Cazorla, Giroud, Podolski. Bu isimlere hiçbir menajer hayır demez. Van Persie ayrılmak istiyor. Ona da tamam. Peki bu kadar isimle kadronu güçlendirirken en büyük yıldızını gelecek sezon şampiyonluk yarışında ki en büyük rakibine neden satıyorsun. Ben bu mantığı anlamıyorum.

İşte Wenger burada yine en büyük düşmanı Ferguson'dan ayrılıyor. Sir Alex de kadrosundan ne isimleri gönderdi şimdiye kadar. Ne isimlerle vedalaştı. Ama bu yüksek kalibreli isimlerden bir tanesinin Arsenal'e, Liverpool'a, Chelsea'ye gittiğini duymadım ben. Daha 2.sınıf isimlerdi gidenler. Daha da önemlisi Ferguson, ilk başta aklıma gelen Beckham, Ronaldo ve Van Nistelrooy'u iyice suyunu çıkardıktan, kazanacağı ne varsa aldıktan sonra gönderdi. Wenger bunu da yapmıyor. Son dönemde gidenler, kupa kazanamadan kaçıyor. Orta sahanın beyni Fabregas, göz göre göre kaçtı elden şimdi de Van Persie. Arsene Wenger ateşle oynamaya devam ediyor. İşin özeti bu.

12 Ağustos 2012 Pazar

Galatasaray:3 Fenerbahçe:2/Başrolde Umut

Sezon öncesinde bu kadar yüksek tempolu, olaylı ve kora kor bir mücadele beklemiyordum açıkçası. Geçen sezonun gerginliği sis perdesi gibi çökmüş maçın üzerine. Maç öncesinde, taraftarların dostluk gösterileri bir yere kadarmış. Tribünler goller geldikçe şaşırdı, şuurlar kapandı. Sahada ise geceyi parlatan biri isim vardı. Bu filmin fragmanını yapsan 2 dakikanın yarısında Umut’u izlersin. Koymazsan tanıtımı yapamazsın. Sonra geleceğiz bu konuya. Şimdi ilk düdükle birlikte 2 takım açısından bakalım detaylara.

Fenerbahçe’nin teknik direktörünü anlamak için futbolu gerçekten çok ama çok iyi bilmek gerekiyor sanırım. Ben anlamıyorum çünkü. Büyük takımların başındaki teknik direktörlerin elindeki malzemeyi en iyi şekilde kullanmasını beklerim, belli kalıplar içinde kalmasını değil. Maalesef Aykut Kocaman’ın kalıbı bir türlü genişlemiyor, hep dar. Seyirciyi aldatan teknik adamlar sınıfına koyuyorum ben Aykut Kocaman’ı. Sıfır risk alıp, öndeki kalite ayaklarınla bir tane bulup, sonrasında koruma düşüncesi büyük bir takımın teknik adamında olamaz. Karşınızdaki takımda futbol oynamayı düşünen bir ekipse teknik direktörün zafiyeti daha da belirgin hale geliyor.
Fenerbahçe’nin sahaya çıkardığı 11’de bunun göstergesiydi. Aslında geçen sezondan bu yana çok bir şeyin değişmediğini, teknik adamın yerinde saymaya ettiğinin hatta geriye gittiğinin göstergesidir. Sahaya çıkan 11’e baktığımızda yaratıcılık sadece Alex’e kalmış, Kuyt’ın da elinden geldiğince yardım etmesi beklenmiş. Prangalar takılmış anlayacağınız. Orta sahadaki adamların hepsi sadece çok iyi niyetli futbolcular. Koşarlar, mücadele ederler, tekmeye kafa sokarlar hepsi bu. Düşünün Gökhan’ın olmadığı bir maçta Orhan Şam oynuyor, önünde ise Mehmet Topuz. Birbirinden çok farkı olmayan 2 düz adam. Hücuma sürekli katkıda bulunan bir Gökhan olsa sol açıkta Caner’in varlığını bir şekilde idare edebilirsiniz ama bu 11’le üstünlük kurmanız ya da oyunu kontrol etmeniz ancak şansa kalır.
Şansa da kaldı zaten. Volkan’ın da çıkmasıyla zaten oyunu kontrol edemeyen Fenerbahçe orta saha ve savunması el bombası gibi dolaşınca Mert’in gereksiz bir özgüven gösterisiyle mağlup duruma düştü. Burada Umut’un karakteristik özelliğinin de altını çizelim. Her zamanki gibi takibini bırakmadı ve Galatasaray’ı 1-0 öne geçirdi. Gol öncesi ve sonrasında bir fark yoktu. Aynı şekilde sarı kırmızılıların kontrolünde devam ediyordu. Dediğimiz gibi Fenerbahçe’nin bu sistemde gol şansı yakalaması bile çok zordu. Ya duran top ya da bireysel bir hata Fenerbahçe’ye istediği golü getirebilirdi. İlki oldu. Tekrarlanan serbest vuruş sonrası bir de top baraja çarpınca Alex’in ayağından beklenmedik bir gol buldu sarı lacivertliler ve devreye huzurlu girdiler. İlk yarıda Galatasaray için çok fazla bir şey yazmadık çünkü geçen sezon olduğu gibi pozitif oynamaya çalıştılar. Oynatmama prensibini ilk sıraya koyan rakibi karşısında kontrollü bir şekilde rakibinin üstüne gidip başarılı oldular.

2.yarının başlamasıyla filmin gidişatında bir değişiklik olmadığını gördük. Aynı 11’ler sahada olunca değişim için bir şeyler beklemek hayalcilik olurdu zaten. Yine oyunu kontrol eden Galatasaray, Fenerbahçe savunmasının hatalarını değerlendirmeye çalıştı. Bu maçta çok hata yapan Fenerbahçe’de Bekir’e ayrı bir parantez açmak lazım. Büyük takımlarda 11’de düzenli oynayacak bir oyuncu değil. Çok iyi niyetli ama becerileri bir yere kadar olan oyuncu kategorisine giriyor ve ondan 11 oyuncusu yapmaya çalışmak açıkçası intihar olur. Gökhan Zan’ın başka bir versiyonu denebilir.

Dedik ya 2.yarıda değişen bir şey yoktu. Fenerbahçe’de hatalar bu kadar çok olunca Galatasaray’ın golü de fazla gecikmedi. Fenerbahçe savunmasının bir kez daha uyuması, sahanın en çalışkan isminin de bu hatayı anlayışla karşılamaması, Galatasaray’ı tekrar öne geçirdi.
Maç bu şekilde gider diye düşünürken yine inanılmaz bir şekilde golü buldu Fenerbahçe. Galatasaray savunmasının bir anlık dikkatsizliği ve şans Fenerbahçe’ye beraberliği getirdi. Sonrasında ise her şey zıvanadan çıktı. Engin Baytar bildiğimiz Engin’i gösterdi bir kez daha. Nerede oynadığını unuturcasına saçma sapan bir şekilde kırmızı kart gördü ve Galatasaray’ın tüm ayarını bozdu. Peşinden de Cüneyt Çakır’ı bir dövmediği kaldı. Çok maçlı ceza alması muhtemel şimdi. Forma şansını zaten zor bulacaktı bu sezon şimdi daha da düşürdü şansını.

Engin Baytar’ın kırmızı kartından sonra iki teknik adamda çok akıllı değişiklikler yaptı. Aykut Kocaman inadından vazgeçip Krasic’i Mehmet Topal’ın yerine oyuna alırken Fatih Terim de Elmander’in yerine yine hücumu düşünerek Amrabat’ı sol kanada monte etti. İşin ilginç yanı maçın 90.dakikasındaki Galatasaray’ın penaltı golüne kadar Fenerbahçe’nin pozisyona girememesiydi. Aykut Kocaman’ın mantalitesi takıma nasıl sirayet ettiyse attık, Fenerbahçeli oyuncular rakibinden bir fazla olduğunun farkına varamamıştı sanki. Uzatmalara gitmek işlerine geliyor gibiydi.

Bu kafada olmanın, takıma cesaret aşılayamamanın cezasını hiç beklenmedik bir şekilde yedikleri golle ödediler. Maçın açık ara adamı Umut’un ısrarlı takibi ve Caner’in gereksiz hareketi Galatasaray’ın penaltı golüyle öne geçmesine sebep oldu. "İzlerken yoruldum" sözü Umut'u anlatır bu maçta. 90 dakika durmadı. Galatasaray'ın hemen her atağında imzası vardı. Fenerbahçe savunmasının yaptığı hatalarda hep Umut'un baskısı, koşusu vardı. O yüzden açık ara maçın adamıydı. 

Sonuçta Galatasaray maçın geneline bakıldığında hak ettiği bir galibiyet aldı. Burada Cüneyt Çakır’ı eleştirenler olacaktır, dikkat edersiniz ki Engin’in kırmızı kartı hariç pozisyon yorumlarına hiç girmedim. İki ucu değişik değnek çünkü. Hakem genel olarak hatalar yapmıştır, yapmamıştır diyemem. Sadece oyun açısından bakmaya çalıştım. Yazıyı da ona göre yazdım. Biliyorum ki pozisyonlar hakkında herkesin bir yorumu var ve ne söylesem yanlış anlaşılırdı.
İki takım açısından yıpratıcı bir maç olduğunu söylemek lazım. Sinirlerin gerildiği, futbolcuların doğal olarak derbinin havasına girdiği ve kendisini fazla zorladığı bir karşılaşma oldu. Son bir genel değerlendirme yaparsak Fenerbahçe’de orta sahayı kontrol edecek, köprü kuracak bir isim alınmazsa Alex’in oynadığı bu sistemde çok sıkıntı yaşanır. Yaşanmaması için kanatlardaki iki oyuncunun da performanslarının sezon içerisinde çok az düşüş yaşaması lazım. O da çok zor. Krasic çok kısa bir süre oynadı, yorum yapmak zor. Alex çizgisini bozmadı, bu takımla da ancak bu kadarını yapabilirdi. Kuyt, Fenerbahçe’nin açık ara en iyisiydi. Bu sezon takıma inanılmaz katkı yapacağını bir kez daha gösterdi. Zaten Hollandalı ustadan daha azı da beklenemezdi. Bekir’e ayrı bir parantez açmıştık, diğerleri ise becerileri doğrultusunda ellerinden geleni yapmaya çalıştı. Daha fazlasını beklemek hayal olurdu.
Galatasaray ise sezona hazır olduğunu net bir şekilde gösterdi. Ujfalusi ve Melo’nun da gelmesiyle vitesi daha da yükseltecekleri kesin. Hamit’in zamana ihtiyacı olduğu çok açık. Fizik olarak arkadaşlarından çok geride şu an. Dani’nin forma giymesi ancak bir sakatlık sonucu olur. Olduğunda da tırnaklar yenir. Emre Çolak, Fatih Terim’in kafasını en çok karıştıracak isim bence. Bu maçta da çok iyi oynadı. Amrabat, öyle elini kolunu sallayarak formayı alamaz gibi gözüküyor. Umut’un maşallahı var. Maçın adamı dedik daha fazlasını söylerim, azı olmaz. Böyle devam ederse Fatih Terim’in gönlüne su serper ama tabii yine de sezonu beklemek lazım.

Ancak Galatasaraylılara son olarak şunu söyleyeyim. Tamam hazırlık maçlarında da Avrupa’dan ciddi rakiplerle oynadılar ve kazandılar ama Şampiyonlar Ligi için henüz hiç hazır değiller ve eksikler tamamlansa bile iyi bir kura çekilmezse işleri çok zor. Türkiye için tamam ama Şampiyonlar Ligi için soru işaretleri büyük. Şimdi lig başlıyor. Hazırlık maçları, Süper Kupa hepsi yalan olacak. Gerçek mücadele, yarış başlayacak. Bu ligin favorisi açık değil ama Galatasaray. Aykut Kocaman biraz cesaretli olursa ya da bu şekilde telkinlerde bulunulursa kendisine Fenerbahçe’nin de çok farkı yok ezeli rakibinden. Beşiktaş kapalı kutu. Trabzon ve diğer takımlar çelik kasa. Ama şuna eminim, çok güzel bir lig macerası bizi bekliyor.


11 Ağustos 2012 Cumartesi

Real Madrid Tarihinin En Golcüleri

Blogun ismi Cibeles, Real Madrid yazısı yazmamışız henüz. Hoş, sezon başlasın malzeme çoğalacak, bu satırlarda da Real Madrid yazıları fazlalaşacak. O yüzden tarihi verilerle başlayalım, siftahı yapalım.
2 yıldır Madrid'te Cristiano Ronaldo fırtınası esiyor bildiğiniz gibi. Barcelona'yı durdurmak için gaza fena basan Los Blancos'ta Portekizli, 101 maçta attığı 112 golle takımı sırtlıyor, attıkça Madrid kazanıyor. Bu yüzden rekorları da alt üst etmek zorunda kalmışlardı geçen sezon. Attığı gollerle şimdiden Real Madrid tarihinin ilk 10'una girdi Ronaldo. Diğer isimler ise şöyle;

Raul (550 maçta 228 gol, 1994-2010)
Real Madrid tarihinin en çok forma giyen ve en golcü oyuncusu, Şampiyonlar Ligi tarihinin en golcü oyuncusu, en, en, en. Raul'un biyografisine baktığınızda çok karşılaşıyorsunuz enlerle. Emilio Butragueno'nun Real'den ayrılış sebebi. Öyle ki Butrogueno ayrılırken şunu da açık yüreklilikle söylüyordu: "Bu çocuk ayrılmak için çok iyi". Kazandığı kupaların ve bireysel ödüllerin haddi hesabı yok. Başlıcaları 6 Lig, 3 Şampiyonlar Ligi, 2 Gol krallığı. Öne çıkanlar bunlar. 2009 Şubat'ında Real Madrid tarihinin en golcü oyuncusu unvanını Di Stefano'dan alırken söyledikleri ne kadar büyük bir oyuncu olduğunun en güzel göstergesi: "Herkesin beni tebrik etmesi çok hoş. Ancak ben şu an sonraki maça ve bir başka zafere odaklanmış durumdayım. Daha çok şampiyonluk kazanmak istiyorum".
Alfredo Di Stefano (282 maçta 212 gol, 1953-1964)
Tartışmasız oyunun gördüğü en büyük oyunculardan biri olan Barcelona'nın kapısından dönerek Real Madrid'in tarihini değiştirmişti. Şampiyon Kulüpler Kupası'nın ilk 5 yılında Madrid'in kupayı müzeye götürmesinde başroldeydi ve bu 5 finalde de gol atma başarısı gösterdi. Bunun yanına 8 La Liga şampiyonluğu da ekledi. 1954, 1956, 1957, 1958 ve 1959'da Gol krallığında en üstte o vardı. Raul üstte yazdığı gibi 2009'da onu geçene kadar kulüp tarihinin en golcüsüydü. Adam daha ne yapsın değil mi?
Santillana (461 maçta 186 gol, 1971-1988)
Nasıl Real Madridli oldun sorusunun bendeki cevabıdır Santillana. İzlediğim dönemde 15 forma numarasıyla son dakikalarda girerdi oyuna ve yine de yazardı her şekilde. 19 yaşında Real Madrid'e geldi, 20'sine kadar böbreklerindeki problem nedeniyle oynayamadı. Doktorlardan onay çıktıktan sonra ise arkasına bile bakmadı. 1.75'lik boyuna rağmen hava toplarındaki üstünlüğü tartışılmazdı. 17 yıl oynadığı Madrid'te kulüp tarihinin en golcü 3.oyuncusu olmasına rağmen gol krallığı sevinci yaşayamadı. Ama bunun yanında 9 La Liga, 2 Uefa Kupası ve 4 Kral Kupası'na imzasını attı.
Hugo Sanchez (207 maçta 164 gol, 1985-1992)
Listenin 4.sırasında Meksikalı efsane var. İlk 3 sıradakiler 10 küsurlu yıllar terletirken formayı, Hugo Sanchez 7 yılda inanılmaz bir gol sayısına ulaşıyordu. Raul'a benzer Atletico Madrid'ten geldi, Real'de unutulmazlar arasına girdi. 5 La Liga, 1 Uefa Kupası, biri Atletico Madrid'te 2 Kral Kupası, koleksiyonunda yer alanlar. 1985'te Atletico Madrid formasıyla ilk gol krallığını kazandı. Real'e geldi gaza daha da bastı hemen peş peşe 3 kez daha bu unvana ulaştı. Bir sene ara verdi, 1990'da bir kez daha krallık koltuğunda o vardı. 1997'de eski takım arkadaşları Butrogueno ve Michel ile birlikte oynadığı ülkesi kulüplerinden Atletico Celaya'da futbola veda etti.
Ferenc Puskas (180 maçta 156 gol, 1958-1966)
Hugo Sanchez'in oynadığı yıla göre attığı gol sayısını övdük. Puskas'ı da oynadığı maç sayısına göre ortalamasını pas geçmemek lazım. Neredeyse her maç 1 gol atacakmış havası var efsanede. Şişman futbolcular listesine rahatlıkla girebilecek bir yapısı olmasına rağmen izleyemediğime üzüldüğüm adamlardan biridir. Her ne kadar benzeri Ailton ülkemize gelmiş olsa da. 5 Şampiyon Kulüpler zaferinin sadece üçünde yer alan, 5 La Liga şampiyonluğu yaşayan efsane Macar, 4 kez gol kralı oldu. Şampiyon Kulüpler finallerinin en görkemlisi olarak kabul edilen 7-3'lük E.Frankfurt maçında attığı 4 gol hala unutulmayan Puskas, 2006'da hayata gözlerini yumdu.
 Francisco Gento (428 maçta 126 gol, 1953-1971)
Oynadığı yıla ve maç sayısına göre attığı gol az gelebilir ama Gento'nun sol açıkta bu rakama ulaştığını hatırlatalım. Hızıyla rakiplerinin başını döndüren, Di Stefano ve Puskas ile birlikte Real Madrid'in öldürücü hücum hattını tamamlayan efsanenin gol krallığı bulunmuyor. Racing Santander'de profesyonel kariyerine başladıktan 1 yıl sonra Madrid'e gelen Gento, 1971'de futbola veda edene kadar beyaz formayı sürekli giydi.
Emilio Butrogueno (341 maçta 123 gol, 1984-1995)
"Quinta del Buitre"nin mimarı El Buitre de birçok kişinin Real Madrid'i tutma sebebidir. İdolü Johan Cruyff olan ve genç takımdayken attığı gollerle Atletico Madrid'in dikkatini çeken ama her zaman olduğu gibi Real Madrid'in savaşı kazanarak profesyonel yaptığı Butrogueno, üst üste 5 La Liga, 2 Uefa Kupası kazanan takımın lideriydi. Son şampiyonluğunu 1995'te kazandı ve Raul'un gelişiyle takımdan ayrıldı. Kariyerinin son 3 yılını Hugo Sanchez ve Michel ile buluştuğu Meksika takımı Atletico Celaya'da geçirdi.
Pirri (417 maçta 123 gol, 1964-1980)
Real Madrid formasıyla 439 maçta 102 gol atan Hierro'nun önceki versiyonuydu Pirri. Kariyerinde daha çok orta saha ve savunmada oynadı. 10 La Liga, 1 Şampiyon Kulüpler zaferi yaşadı. Tam 16 yıl forma giydikten sonra Real Madrid'te 1980'de Meksika'ya gitti. 2 sene Puebla forması giydi ve oyundan koptu.
Amancio (344 maçta 119 gol, 1962-1976)
Pirri'nin takım arkadaşı El Brujo lakaplı Amancio, Real Madrid'e olaylı bir şekilde transfer olduktan sonra emekli olana kadar tam 14 yıl beyaz formayı giydi. 9 La Liga Şampiyonluğunun yanı sıra 2 kezde gol kralı unvanına ulaşan Amancio, 1966'daki Şampiyon Kulüpler Kupası finalinde Real Madrid'in Partizan'ı 2-1 yendiği maçta beraberlik golünü atan isimdi.

Tutarsızlık

Nereden başlasam nasıl anlatsam derdimi bilmiyorum. Bana mı tuhaf geliyor yoksa bizim gibi ülkelerde böyle mi? Son yıllarda hükümet, yerel yönetimler doğruluğu, yanlışlığı, uzmanları tarafından tartışılacak birçok karara imza attı. Birçok yeni kanun çıktı, eskiden çıkanlar yenilendi. Yenilenmesine de bazıları sevindi, bazıları üzüldü. Çıkan kanunların bazılarına ise her kesimden teşekkür geldi.Bazılarına ise tepki. Mutlu da vardı mutsuz da. Sonuçta her şey vatandaşın iyiliği için yapılıyor düşüncesi var. Avrupa Birliği uyum süreci var. Var oğlu var. Bir fikrimin olduğu ama %100 hakim olmadığım bu konulara girmeyeceğim. Benim derdim ülkemiz futbolunda sürekli değişen statüler.

Benim bildiğim, sağlıklı olanı, futbolda lig ve kupa statüsü iç çamaşırı gibi değiştirilmez, değiştirilmemeli. Oyun kuralları değişiyor, değişecekte belki zamanla ama statü hayır. Birileri daha fazla kazanacak yada birilerinin işine gelecek diye, zaten pamuk ipliğine bağlı olan ülke futbolunun sistemiyle bu kadar oynanamamalı. Sürekli yapılan bu değişiklikleri de "ülke futbolunun yararına yapıyoruz" saçmalıklarıyla açıklanmamalı.

Dün gördüm haberi şaşırmadım, güldüm, sinirlendim. Türkiye Kupası'nın sistemi yine değişmiş. Ya TFF'nin canı sıkılıyor bir araya geldiklerinde. Ya da birileri diyor ki "bu sene sistemi değiştirin, böyle olmaz, kazanamıyoruz" diyor. İki durumda da rezillik ama ikincisinin tarifi daha ağır. Aklıma başka bir açıklama gelmiyor. Gelen varsa buyursun yorumlasın, bende bileyim. Benim bildiğim kupada, başkasını da anlamam, süper ligin kalburüstü takımları atıyorum 4.kademeden falan girer, çeyrek finalden itibaren de delikanlı gibi çift maç usulü oynanır, tek maçlık finalde de kazanan mutlu olur. Bu kadar basit. Bu grupta neyin nesi. Tahtayı element diye yutturmak niye?
90'ların başında, finalde çift maç olması saçmalıkmış. Kaldırmışsın tek maça döndürmüşsün, normalini yapmışsın. Eee yeter baba. Daha neyi zorluyorsun sonrasında. Kupaya saygı kalmadıysa bu yüzden kalmadı zaten. Sen sürekli saçma sapan değişiklikler yaparsan, herkesin kafasını karıştırırsan, kalmaz ki saygı. Bir ara geyik vardı, büyükler önemsemiyor diye. Önemsemezse önemsemesin. Bursaspor 3 sene üst üste kazansın. Antalya kazansın, Belediye kazansın, herkesin bir şansı olsun. Sürpriz elenmeler yaşansın. Alt ligden bir takım Süper lig ekiplerini ağırlasın, şenlik havası oluşsun şehirde. Futbola hizmet böyle olsun. Yurt dışında gördüğüm örnekler bunlar. Barcelona zayıf rakibine 10 atıyor ama herkes mutlu. Yiyen de atan da. Niye? Futbolun doğası işliyor. Sürpriz olursa da oluyor. Alcorcon, Real Madrid'i eliyor renk geliyor. İngiltere'de alt lig takımı Barnsley, "devlerin katili" olarak nam salıyor. Herkes mutlu. Bir ara büyükler kupayı fazla sallamıyordu Ada'da. Hatta aralarında oynarken bile yedekleri çıkartıyorlardı sahaya ama inanın daha zevkli oluyordu. Ama şunu demiyorlardı İngiltere'de "yok kardeşim olmaz böyle, büyükler hemen eleniyor, kupayı önemsemiyorlar, sistemi değiştirelim". Her şey futbolun doğasına bırakılmış orada. Müdahale yok sendeki gibi.

Ama sen bir türlü rahat durmuyorsun. Bilmem ne kulübü saçma sapan kullanmayı da bilemediği bir para kazanacak diye, bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda ülkenin uyguladığı sisteme dönüyorsun. Futbolun doğasıyla oynuyorsun, genetiğini değiştirmeye çalışıyorsun. Geçen senede hangi ileri zekalının fikri belli olmayan bir play-off uydurmuştun. Ortalık karıştı. Küpünü dolduran doldurdu, kazanan mutlu oldu ama enkazı da ağır oldu. Bu sene hemen değiştirdin. İçki sofrasında bu kadar değişmezdi sistemler. O sofrada bile birisi "baba artık yeter, sapıttık, hesabı isteyelim, kalkalım" derdi. Ama maşallah futbolumuzda dur diyen yok. Son dönemde her gelen rüzgara göre rotasını belirliyor. Bizim duruşumuz bu diyen yok. Nereye kadar böyle gider sorusunun cevabı da yok. Çünkü hep gitmiş. Ahmet Kaya'nın şarkısındaki sözler en güzel özeti olayın: "Nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan ah.....".

6 Ağustos 2012 Pazartesi

1 Numara Olmak

Usain Bolt, 9.63'le, dalga geçer gibi uçarken finiş çizgisine aklımda şu soru vardı: "Dünyanın en iyisi olmak ve bir daha kolay kolay senden daha iyisinin gelmeyeceğini bilmek nasıl bir duygu?" Majesteleri, ekselansları gibi adlar veriyoruz bu tür adamlara. Michael Jordan mesela. Ertesi sabah erken kalkacak olsam da sırf onu izlemek için televizyon başında olduğum yılları hatırlıyorum. Ondan sonra da doğru dürüst NBA izlemediğimi biliyorum mesela. Jordan yüzünden aldığım Fast Break dergileri hala arşivimde duruyor. Ama sadece onun yer aldığı özel sayılar. Onun sayesinde o dönem ki diğer ünlü basketbolcuları da biliyorum. Bonus gibiydiler. Majesteleri Michael Jordan basketbolu sevme sebebimdi. Jordan tüm dünyayı sallarken ne hissediyordu çok merak ediyorum.
Maradona'yı sevmeyenler, Pele daha iyiydi, Messi onu geçti diyenler olabilir ama El Diego gibisi gelmeyecek bana göre. Messi, kalan yıllarında Arjantin'le inanılmaz işler yapmaz ya da gidip Napoli gibi bir takımı devlerin arasında zirveye çıkarmazsa Maradona'nın tırnağı olamayacak benim nazarımda. 1990 finalinde Maradona ağlarken bende göz yaşlarımı siliyordum, Messi için bunu yapmayacağım diye hissediyorum. Maradona tüm dünyayı salladığı dönemlerde ne geçiyordu içinden. Yeşil sahada gelmiş geçmiş en iyi olmak nasıl bir duyguydu acaba.
Muhammed Ali için rahmetli babamın sabaha karşı kalkıp maçını izlediğini çok iyi hatırlıyorum. Roger Federer, Michael Schumacher daha birçok isim var, bildiğim ya da bilmediğim. Meraklı olduğum spor dallarında gelmiş geçmiş en iyiler bunlar. İşte Usain Bolt'u izlerken bunu düşünüyordum. O dönem ne hissediyorlardı acaba, oyun alanından uzaklaştıkça yavaş yavaş ne hissettiler. Çok merak ediyorum.

Sezonun Kendi Kalesine Golü?

Guardian'da şimdiden sezonun kendi kalesine golü demişler. Haklılık payı yüksek. Ukrayna Ligi açılış haftasında Chernomorets'nin Goverla'yı 3-2 yendiği maçta ev sahibi takımdan Evgen Eliseev'in kendi kalesine attığı uzak mesafeli bu golden daha iyisi olur mu? Çok zor.