27 Aralık 2012 Perşembe

Dirk Kuyt Röportajı...


Profesyonel kariyerine 1997 yılında Utrecht’te başladığını görüyoruz. 2003 yılında Feyenoord’a transfer olana kadar bu forma ile160 maçta 51 gol kaydetmiştin.
Utrecht, kariyerimde ilk profesyonel sözleşmeyi imzaladığım kulüp. Orada çok şey öğrendim.  5 yıl sonrada Hollanda’nın en büyük kulüplerinden biri olan Feyenoord’a transfer olma şansı yakaladım. Feyenoord’a gittiğimde de forma giyme fırsatı buldum. Her şey çok iyiydi. Birçok maçta gol attım. Feyenoord’ta ikinci sezonumda ligde gol krallığı yaşadım. Ayrıca ligin en iyi oyuncusu seçildim. Bundan bir yıl sonrada Liverpool’a transfer olma fırsatını yakaladım. Orada Avrupa’nın en iyi takımlarının olduğu bir ortamda oynamak çok güzel bir duyguydu.  
Sen Feyenoord’a geldin, tamda o sene kulübün efsane oyuncularından Pierre Van Hooijdonk ta Fenerbahçe’ye transfer oldu. O dönem bu transferle ilgili neler konuşuluyordu?
Pierre ile birlikte çok kısa zaman bir arada oynadık, birkaç hafta kadar. Birlikte takım arkadaşı olmadan öncede Pierre’i biliyordum.  Feyenoord’ta oynadığı dönemde herkese Fenerbahçe’de oynamanın bir rüya olduğunu söyledi. Türkiye’ye gittiği zamanda Hollanda’da herkes Fenerbahçe’yi takip ediyordu. Türk futboluna ve ayrıca Fenerbahçe’ye ilgi duyuyorlardı.
Pierre gibi bir efsaneden sonra sende Feyenoord’ta oldukça başarılı oldun. 2005 yılında da gol krallığı yaşadın.  O sezon hakkında neler söylemek istersin?
Güzel bir sezondu, birçok gol attım. Gol ve asist benim için çok önemli fakat ligi kazanmak daha da önemli. O sezon şampiyon olamamıştık. Fakat benim açımdan gol kralı olarak başarılı bir sezondu. Bir sezon sonra yine şampiyon olmak istedik, fakat yine olmadı.
Feyenoord’taki başarılı kariyerinin ardından ise 2006’da İngiltere’nin dev kulüplerinden Liverpool’a transfer oldun ve 6 sene başarıyla forma giydin. Ancak Hollanda’ya göre gol sayında bir azalma gördük: 208 maçta 51 gol. Daha çok sağ kanatta oynadığın için mi gol sayın düştü.
Gol sayımdaki azalmanın öncelikli nedeni Premier ligin, Hollanda’ya göre daha zor olması. Liverpool’da değişik pozisyonlarda oynadım, sağ kanat gibi.  Bence her sağ kanatta oynayan oyuncu sezonda 10-15 gol atmayı başaramaz. Ben hemen hemen her sezon bunu başardım. Liverpool’da çok güzel günler geçirdim. Geçmişi hatırladığım zaman, yüzümde hep bir gülümseme var.
Anfield Road’ta ki ilk maçında da Liverpool taraftarının “Hollandalı Usta” pankartını açtığı bir görüntü var. Sahaya ilk çıkışında neler hissetmiştin? Liverpool,  dünyanın en büyük kulüplerinden biri sonuçta.
Evet. Dünyanın en iyi kulüplerinden biri için oynadım. 5 kez Şampiyonlar Ligi Şampiyonu olmuş, 20 kez lig şampiyonluğu yaşamış dünyanın en  büyük kulüplerinden birinde oynadım. 6 yıl orada oynamak hayallerimin gerçeğe dönüşmesiydi. Ayrıca, Premier Lig’in en büyük maçlarında, Şampiyonlar Ligi finali ve yarı finalinde oynadım.
Liverpool formasıyla büyük maçlarda attığın ilk gol Chelsea’ya karşı. Karşılaşmanın henüz 4.dakikasıydı. O gol hakkında neler söylemek istersin?
İngiltere’de Liverpool – Everton, Liverpool – Manchester United gibi Liverpool – Chelsea maçı da sezonun önemli maçlarından biri. Eğer ki bu maçı kazanırsanız, büyük takımsınız diyebilirim. 4. dakika golü attıktan sonra inanılmazdı. Peter Crouch topa kafasıyla hafif bir dokunuşta bulundu. Bende topu bir kere de kontrol edip golümü attım. Harika bir duyguydu.
O sezon Milan’a karşı Şampiyonlar Ligi Finali’nde de boy gösterdin, fakat kaybetmiştiniz. Çok iyi oynadığın maçta bir gol de atmıştın, ancak Inzaghi’nin 2 golü kupayı İtalya’ya götürdü. Neler hissetmiştin o gün?
Bizim için inanılmaz bir sezondu.  Özellikle Şampiyonlar Ligi’nde Barcelona, Chelsea gibi takımları eledik. Finale giden yol gerçekten inanılmazdı. Kupayı kaldırmaya çok yakındık fakat sizin de söylediğiniz gibi Inzaghi 2 gol attı, ben 1 gol attım. Bu yeterince iyi değildi. Futbolda bu olabilir. Büyük maçlarda küçük detaylar kazananı belirler. Biz maçı detaylarda kaybettik. O günü her zaman iyi hatırlarım, ama maçı kazansaydık çok daha iyi hatırlardım.
Euro 2008’den sonra 2010 Dünya Kupası’nda da tüm maçlarda oynamıştın. Finale kadar çıktınız ama kaybettiniz.
Harika bir gündü. Takım olarak o gün her şeyi yapmıştık, fakat yeterli değildi. Arjen Robben ile öne geçme şansları da yakalamıştık ama başaramadık. Casillas çok iyi kurtarışlar yapmıştı. Hemen hemen uzatmaların son dakikasında gole çok yaklaşmıştık. O an maçı penaltılara götürebileceğimizi hissetmiştim, fakat olmadı. Bir kez daha söyleyeyim futbol bu. Her zaman kazanamazsınız.
Şimdi de gelelim Fenerbahçe formasıyla attığın gollere. İlk olarak Galatasaray maçında gol attın. Türkiye’deki ilk derbi golündü. Neler hissetin?
Fenerbahçe – Galatasaray maçında ilk golümü atmam benim için rüya gibiydi, çok özeldi. Golü kafa ile atmıştım…Çok mutluydum fakat sonunda kaybedince büyük hayal kırıklığı yaşadım.
Elazığspor maçı ligde senin için ilkti ve golünü attın.
Bence herkes kazanmamızı bekliyordu. Ama biz zor bir süreçten geçiyorduk. Takım henüz yeteri kadar hazır değildi, fakat 1-1’lik skoru yakalayınca mutlu oldum. Sonra şanslarda yakaladık fakat sonunda 2 puan kaybettik.
Kayserispor’a attığın golü düşünürsek gerçekten çok kritikti.
Son şanslarımızdan biriydi. Top bana doğru geldiğinde, diğer tarafa doğru tek vuruş yapma şansım vardı. Her şeyimi vererek topa kafayı vurdum ve topta çok iyi yere gitti.
Fenerbahçe’de attığın goller içerisinde en beğendiğin hangisi?
Attığım her golü beğeniyorum . Vaslui maçıyla başladım gol atmaya ve o maçta attığım goller beni çok mutlu etti.
Röportajımızın başından bu yana birçok golünü, doğal olarak maçları da konuştuk. Geriye dönüp baktığında sende en çok iz bırakan maçlar hangileri oldu?
Bir çok maç var fakat söylediğim gibi  Ajax – Feyenoord derbileri, Everton  - Liverpool ve şimdide Galatasaray – Fenerbahçe, Fenerbahçe – Galatasaray maçları. Fakat Şampiyonlar Ligi Finali ve Dünya Kupası Finali’nde oynadığım maçları da asla unutamam.
Peki en çok üzüldüğün maçı sorsak cevabın ne olurdu?
Az önce söylediğim iki maç. Şampiyonlar Ligi  ve Dünya Kupası Finali. Uzun bir periyottan sonra iyi işler yaparak başarıya çok yakınsınız ve bunu küçük detaylarla kaybediyorsanız, bu sizi üzer. Tekrar söylüyorum, futbol bu.
Kariyerini göz önüne getirdiğinde performans olarak zirve yaptığın, en iyi oynadığın maç için hangisini söylersin?
2010 Dünya Kupası Çeyrek Final maçında Brezilya’ya karşı zor bir maç oynamış ve kazanmıştık. Bence turnuvada oynadığım en iyi maçlardan biriydi. Maicon’a karşı oynamıştım, dünyanın en iyi beklerinden biri. Çok iyi oynadım ve 2 asistim vardı. Neredeyse iki üç kişiyi geçip gole yaklaştığım bir pozisyonda vardı. Benim açımdan fevkalade bir maçtı.
Peki tersini düşünürsek, en kötü oynadığın maç?
O bölümü beynimden sildim…
En güzelini yapmışsın. Şimdi de senin için cevabı zor bir sorumuz var. Kariyerin boyunca aynı takımda ya da karşılıklı oynadığın isimleri düşünürsek sana göre en yeteneklisi kimdi?
Bence Messi dünyadaki en iyi oyuncu ama Steven Gerrard’la birlikte oynadım. Gerrard’ta çok yetenekli, her şeyi yapan bir oyuncu. Çok çabuk bir oyuncu, gol atabilen, etkili şutlar atan, top kazanan inanılmaz bir oyuncu. Dünyanın en iyi oyuncularından biriyle oynadığım için çok keyif aldım.
Kariyerin boyunca birçok ünlü savunma oyuncusuyla karşı karşıya geldin. İçlerinden en serti kimdi?
Dayanıklı ve sert birçok savunma oyuncusu var.  John Terry, Kompany, Ferdinand gibi isimlere karşı oynadım. Hiçbir zaman savunma oyucularından korkmadım. Bazen zorda olsa her zaman en iyiyi yapmayı denedim. Sert oyunculardan hiçbir zaman korkmam.
Futbola başladığın ilk yıllarda kimleri örnek alıyordun. Bir İdolün var mıydı?
Çocukluğumda, Van Basten, Gullit ve Rijkaard benim idollerimdi.  Milan’da oynuyorlardı.  Ayrıca 1988 yılında Hollanda Avrupa Şampiyonu olduğunda Hollanda Milli Takımı favori takımımdı ve o kadroda favori oyuncularımdı.
Şimdi de biraz futbolun dışına çıkalım. Öncelikle en sevdiğin filmi sormak istiyoruz?
Çok fazla film izledim, özel olarak herhangi birini ayıramam ama belki ismini çok kişinin bilmediği “Unutulmaz Titanlar” olabilir. Futbol takımı ile ilgili bir film fakat bizim bildiğimiz futbol gibi değil, Amerikan futbolu ile ilgili bir film.  Kolej takımında siyah ve beyazlardan oluşan oyuncular var ve daha sonra onlar bir araya geliyorlar. Dünyaya da önemli mesaj veren bir film.
Müzikle aran nasıl. Dinlemeyi sevdiğin bir şarkı var mı bu aralar?
Gangnam Style… Bu aralar bunu söylememiz gerekiyor.
Başka ülkelerin mutfaklarıyla aran nasıl?  Mesela bizim mutfağımızı nasıl buldun ve son olarak en sevdiğin yemeği sormak istiyoruz.
İstanbul’da yemek için çok güzel yerlere gittiğimizi söylemeliyim. Yeni yemekler öğreniyorum. Türk mutfağı çok hoşuma gidiyor fakat seçim yapmam gerekirse benim için Japon yemekleri öne çıkar. Özellikle Suşi.
Baygol-TRT Spor

1 Aralık 2012 Cumartesi

Beşiktaş'ın Direnişi

Beşiktaş'ın bu haline hala alışamadım. Liderin hemen arkasında olması falan değil alışmama engel olan. Lucescu ve Denizli dönemleri haricinde de zaman zaman zirvede olduk, çok yaklaştık, seri yakaladık. Ama böyle bir iştah uzun zamandır yoktu. Mustafa Denizli ile şampiyon olduğumuzda dahi böyle bir iştah yoktu. Hırs, mücadele başka, iştah, açlık başka. Bir de Mustafa hoca döneminde rakip Sivasspor'du. Büyüklerden rahatsızlık veren pek yoktu. Ama bu sene mahallenin ağır abileri karşısında direnişini sürdüren, kafa tutan Beşiktaş'ı izlemek bana ayrı keyif veriyor. Bir büyük takım nasıl oynaması gerekiyorsa öyle oynuyor Beşiktaş. Mahallenin ağır abileri demem, Beşiktaş'tan üstün camialar olduklarına inandığımdan değil. Bu seneki maddi kriterler nedeniyle kurulmuş bir cümle.

Geçen sene Basketbol takımının yaptığı işe benziyor. Ergin Ataman yönetiminde kadrosu, mali gücü rakiplerinden çok geride olmasına rağmen yüreğiyle, iştahlı oynayan o takıma benzetiyorum Samet Aybaba'nın takımını. Sezon başında Beşiktaş'ın bu noktaya gelebileceğini aklımdan geçirmiyordum. Samet Aybaba'nın böyle güzel bir takım yapabileceğini hiç düşünmüyordum.
Kısacası bu kadar keyif alacağımı hiç tahmin etmiyordum.
Son cümleye dikkat: "Keyif almak". Şu anki görüntüye rağmen Beşiktaş şampiyon olabilir diye asla bir iddiada bulunmam. Yarışta olduğu Fenerbahçe ve Galatsaray'ın çok ciddi bir kadro gücü var. Üst üste maçlar oynadıkları için ligde ve Avrupa'da şu an sıkıntı çekiyorlar ancak kritik dönemde yürüye yürüye maç kazandıracak futbolculara sahipler. Beşiktaş'ın böyle bir şansı yok. Her maç iştahlı oynamak zorunda. Son sırdaki takımla oynarken de liderle oynarken de. Başka türlü olmaz. Yeter ki sezon sonuna kadar bu iştah devam etsin. Şampiyon olmasa da taraftar sonuna kadar bağrına basacak bu takımı, hocasını, başkanını, yönetimini.

Umarım hep böyle devam eder. Ben bu deli takımı çok seviyorum. Bu mücadeleyi sonuna kadar alkışlıyorum. Devre arasında takıma çabuk uyum sağlayabilecek 2 kaliteli isimle, Beşiktaş'ın önü daha da açılabilir. Zirve yarışında daha iddialı konuma gelebilir. Ama bu takımla çok zor. Bir yerde lastik patlar. Galatasaray ve Fenerbahçe sezon sonuna doğru bu kadar puan kaybetmeyecek. Ama sen sistemin nedeniyle puan kaybedeceksin. O yüzden takviye şart. İş yönetime düşüyor artık. Samet Aybaba'nın isteklerini yerine getirmek için ellerinden geleni yapacaklar. Başka çare yok.

24 Kasım 2012 Cumartesi

Bravo Samet Hoca

Beşiktaş-Akhisar maçından sonra Samet Aybaba'nın kurduğu cümleler mükemmel. Beşiktaş'ın hangi noktaya geldiğini gösteriyor. Bırakın şampiyonluğu, olma isteğini, zirveye oynamayı. Benim hep özlediğim, yıllardır hasretini duyduğum Beşiktaş işte bu. Sakatlığı nedeniyle sezonu kapayan İsmail Köybaşı ile ilgili bir soru üzerine ''İsmail bizim evladımız, biz Beşiktaş ailesiyiz. Arkadaşlarının ona duyduğu sevgiyi görüyorsunuz. Hastaneye gittik. Ersan dedi ki; 'İsmail ne kadar şanslısın, ben 1 yıl önce sakatlandım buraya geldim, yanımda kimse yoktu'. Biz bir aile, bir takım ortamı istiyoruz. Böyle birliktelikler de bizi mutlu ediyor'' demesi çok güzeldi.
Bu arada Almeida'yı komik bir şekilde atan Halis'e de güzel cevap verdi: "Almeida kupa maçında oynamayacak yani önümüzdeki Orduspor maçında oynayacak.Bende onu kupa maçında dinlendirecektim.Hakem benden önce davrandı". İşte bu aman hocam devam. Kolay gol yiyormuşuz da, böyle nereye kadar gidecekmişte. Gittiği yere kadar işte, karıştırmayın fazlasını. Ben mutluyum. Umarım Beşiktaşlılar da mutludur benim kadar. Böyle bir sezonunda her şey bir anda olsun istemeyin. Patlarız yoksa. Beşiktaş bu sene puan olarak anı yaşamalı. Takım olmak için geleceği düşünmeli. Bunlarda oluyor. Bravo Samet hoca.

6 Kasım 2012 Salı

10.Haftanın Ardından

"Ne lig oluyor yahu" moda oldu bugünlerde. Herkesin dilinde.
Takımların istikrarsızlığı herkesi mutlu ediyor.
Ligin iyiliğine yoruyor herkes.
Oynanan futbola bakmıyor kimse. Lig heyecanlı devam ediyor ama iyi futbol sürekli geride.
Oynadığı iyi futbolla öne çıkan 3-4 takım var şu an. Gerisi bir ileri iki geri.
Zirvenin sahipleri Galatasaray ve Antalya.
Güney ekibi bugün orada, yarın ne olacağı belli değil. Öyle ayakları yere sağlam basarak ilerlemiyor.
Zaten kimse onlardan böyle bir şeyde beklemiyor. Onlarında bir düşüş trendi olacak. Net görülüyor.
Galatasaray'ın kadro yapısı mücadeleyi bırakmamaya kurulu.Bununda meyvesini en üstte olarak alıyorlar. Yok mu zaafları var. Çok var hemde. Ama zaaflarından korkmuyorlar. Şampiyonlar ligi ayarlarını bozuyor arada doğal olarak. Sadece ligde olsalar geçen seneki gibi bu kadar tökezlemezlerdi belki de. Şampiyonlar ligi için yetersiz bir kadroları var. En başında yazdım, şimdilik haklı çıktım. Cluj'u yenerlerse her şey değişebilir grupta. Şansının yanında olması lazım. Tersi olursa ligin açık ara favorisi olurlar.
Eskişehirspor, bulunduğu yeri hak edenlerden. İyi futbol oynuyorlar, maçlarını hak ederek kazanıyorlar. Ersun Yanal klasiği hücum futbolu tek düşünceleri. Tek soru, böyle gidecek mi? Saçmalamazlarsa gider. Ersun Hoca'nın da var böyle bir geçmişi.
Orduspor ise diğerleri çok kaybediyor diye orada şimdilik. Aslında geçen seneye göre daha iyi futbol oynuyorlar ama kadrodaki kalite eksikliği bazen sıkıntı yaratıyor. O yüzden bir ileri bir geri giderler ama ilk 10'un içinde sürekli olurlar.
Fenerbahçe ve Beşiktaş birbirini takip ediyor.
Fenerbahçe'nin sıkıntıları büyük. Sezon içerisinde bir kez daha sil baştan yaptılar. Aykut Kocaman kontrolünü bozmadı daha. Ne zaman bozdu ki sorusunun cevabı yok. Bundan sonra nasıl olacak o da soru işareti. Ligin en iyi kadrosuna sahip olduğu su götürmez. Peki şampiyon olabilir mi? Soru işareti devam ediyor.
Beşiktaş ise beklentilerimin, beklentilerin çok üzerinde. Şu an oynadıkları futbola tek söylenebilecek şey: Helal olsun. Beşiktaş taraftarı yıllardır bu kadar mutlu olmamıştı. Mücadele, takımdaşlık, hırs 10 üzerinden 11. Ama beceri eksik kalınca puan tablosunda istikrarsızlık normal. Devre arası gelecek 2 oyuncuyu bekliyor herkes. Makinede cuk diye otururlarsa yerlerine değmeyin Beşiktaş taraftarının keyfine. Şampiyonluk çok zor belki. Rakiplerin hakikaten kadro olarak çok yukarıda senden. Ama sonuna kadar yarışın içinde olmakta yeni oluşan bir kadro için iyi. Samet Aybaba çok doğru gidiyor. 3-4 kritik oyuncu sakatlık yaşamazsa her daim yarışın içinde olacaklar bu kesin.
Sonraki grubun yok birbirinden farkı. Bir iyi bir kötü. Trabzonspor'un bu kadar aşağıda kalması normal. Bir kıvılcım dahi yok maalesef. 12 yabancı oyuncusu var kadroda. Maşallah demek lazım herhalde. Şenol hoca olan takımı iyi yürüttü ama yeniden bir takım kurmayı beceremedi. Ersun Yanal'ın kurduğu takımın ekmeğini iyi yedi 2 sene. Ama sonrası hep düşüş.
Peki kim düşer ligden bu görüntüde? Elazığ ve Akhisar favorilerim. Üçüncüsü ise Karabük gibi gözükse de hala belli değil.

30 Ekim 2012 Salı

El Diego 52 oldu.

Seni başkalarıyla kıyaslıyorlar ya sadece gülüyorum. İyi ki doğdun...

12 Ekim 2012 Cuma

Ders Almıyoruz

Söz konusu futbol olunca tuhaf bir davranış biçimi gelişiyor bizde. Bizden büyük takımlara karşı deli cesaretiyle oynayabiliyoruz. Sonuçta çoğu zaman mağlup oluyoruz ama yenildik, ezilmedik manşetiyle mutlu oluyoruz. Kendimizi galip sayıyoruz, tabelada ne yazdığı önemsiz kalıyor. Sonra karşımıza denk yada bizden aşağı bir takım çıkıyor, tabii bizim bakış açımızdan. 3 puanı yazıyoruz hemen kafamızda. Çünkü bakıyoruz kağıt üstündeki isimlere, oynamadan bitiriyoruz maçı, galip sayıp kendimizi önümüzdeki maçlara bakıyoruz. Üst düzey liglerde ya da ligimizin üst düzey takımlarında oynayan futbolcularımız var ya o yüzden kendimizi çok güçlü, çok iyi takım sanıyoruz. Romanya'ya bu yüzden mağlup olduk işte. Kötü günündeki Hollanda'yı da bu yüzden elimizden kaçırdık. Şampiyonlar Ligi'nde Galatasaray'ın bu sezon başına gelen, son yıllarda Türk futbolunda yaşadığımız dramların en büyük sebebi bu işte. Rakibimize ya çok büyük saygı duyuyoruz ya da hiç saymıyoruz. 2 türlü de sonuçta üzülüyoruz. Bu hastalığımızı nasıl çözeceğiz peki.
Öncelikle alt yapılarda başlayacak bunun çalışması. Küçük yaşlardan itibaren rakibine, durum ne olursa olsun saygı göstermeyi öğreteceksin. Bu aynı zamanda haddini bilmeyi de öğretir futbolcu adaylarına. Oynamadan kazanamazsın olgusu da yerleşir. Bu öğretiyle yetişirse futbolcular ileride hata yapmazlar belki. Şu an tek yapabileceğimiz ise teknik direktörlerimizin yoğun telkinleri. Maç bittikten sonra kameralar önünde sızlanmak değil ama. Öncesinde yapacaksın bu işi.
Bu maçta Romanya, herkesin tahmin ettiği gibi oynadı. Haddini bildi. 11 kişi tek vücut çıktı sahaya, 3 puanı aldı gitti. Romanya, geçmişte milli takımımızla oynadığı maçlara bakıp her türlü puanımı alırım diye havaya girmedi. Girse haksızda değiller hani. Kaç defa yenmişsin Romanya milli takımını ve kulüp takımlarını. 50 defa oynamışsak bu adamlarla galibiyet sayımız çift haneye ulaşmaz. O zaman bu kibir niye? Bu konsantrasyon eksikliği niye? Volkan gibi tecrübeli bir kalecinin bu anlamsız hatasını başka nasıl açıklanır. Bu tip takımları iyi analiz edip, B hatta C planı olacak cebinde. Seninle aynı kalibrede bir takımla hele ki kendi sahanda oynuyorsan bu maçı ölüm kalım meselesi olarak göreceksin. Yoksa kalan maçlarda kapasiten kadar şansına da mahkum kalırsın. Abdullah Avcı topun ağzında. Eleştirilmesi de son derece doğal. Çünkü iyi hazırlanmamış. Şimdi tırmala dur, Macaristan deplasmanında umudunu canlı tutmak için. Kazanmak sadece umudunu canlı tutmaya yarayacak. Kazanamazsak Brezilya'yı evden izleyecek milli takım. Bir türlü ders almıyoruz yaptıklarımızdan, acı veren bu. Kulüp takımlarımızda da milli takımımızda da en büyük sıkıntımız bu.

Selçuk'u Oynatmamak!

7 Ekim 2012 Pazar

Gheorghe Hagi Röportajı

Ülkemize gelmiş açık ara en iyi 2-3 futbolcudan biri, belki de birdi Gheorghe Hagi. Bugünlerde Alex'i uğurlurken Türk Futbolu, arkasında müthiş bir istatistiği de hatıra bıraktı Brezilyalı. Hagi belki Alex kadar bireysel rakamlarda çok gözükmedi ama iş kupa kazanmaya gelince Türkiye'ye gelen her büyük yıldızı, ülke sınırları içerisinde geride bıraktı. Trt Spor'da yaptığımız Baygol programında da unutamadığı gollerini, maçları, anları paylaştı bizlerle. İşte Gheorghe Hagi'nin kısa bir süreye sığdırmaya çalıştığımız kariyeri...


Öncelikle hoş geldin demek istiyoruz sevgili Hagi. Sorularımıza geçmeden ilk sözlerini, düşüncelerini alabilir miyiz.
HAGI: Bu ülkede çok güzel anılarım geçti, tekrardan o günleri hatırlatmanız ve bunları Türk halkının karşısına getirmeniz, eski anıları canlandırmanız gerçekten çok güzel.

Bu soru söz konusu sen olunca biraz komik olacak ama en unutamadığın golü sormak istiyoruz. 
HAGI: Tabii ki çok gol var. İlk işim gol olmamasına rağmen birçok kez bu sevinci yaşadım. Çoğu da ceza sahası dışındandı. Genç takımdan attığım gollerin tarzı aynıydı. 17 yaşımda A takım formasını giymeye başladım. Romanya 1.liginde ilk attığım golle o dönemin en iyi kalecisini avlamıştım. Yine ceza sahası dışından vurmuştum. Steau Bükreş ile Avrupa Süper Kupası'nda Dinamo Kiev’i 1-0 yendiğimiz maçta attığım frikik golünü de unutamam. Real Madrid ve Barcelona’da orta sahadan gol attım. Dünyada çok az sayıda futbolcu böyle 2 gol atmıştır. İtalya’da oynarken Fiorentina’ya çok güzel bir gol attım. Galatasaray’da zaten herkesin bildiği gibi birçok güzel gole imza attım. Tek bir golü öne çıkarmak zor ama Athletic Bilbao’ya çok güzel bir gol attım. Monaco’ya attığım gol çok güzeldi. Rapid Wien’e attığım golünde ayrı bir yeri var. Ligde attığım çok güzel goller var. Mesela Bursaspor’a, Ankaragücü’ne, Karabük’e attığım golleri söyleyebilirim. Taraftarın önündeki ilk golümü Ali Sami Yen’de Trabzon’a attığım frikik golünü unutamam. Bir de kaderin cilvesi olsa gerek son maçımda son golümü de Trabzon’a atmıştım. Oradan milli takıma geçersek Romanya formasıyla da çok güzel goller attım. Mesela Kolombiya’ya Dünya Kupası’nda attığım gol var. Kalede Cordoba vardı. Bir de Türkiye’ye güzel golüm var. Şimdi hatırladım. 1984’te 3-0 kazandığımız maçta atmıştım. Trabzon’a attığım frikik golünün aynısıydı.

Yine cevap vermenin zor olacağı bir soru. Tüm bu gollerini düşündüğünde sana göre en estetik golün hangisidir?
HAGI: Cevap vermek gerçekten zor…Vurduğum açıyı, zorluğunu, Dünya Kupası olmasını düşünürsek Kolombiya’yı söyleyebilirim. Mesela Rapid Wien’e attığım golde kalitemi ortaya çıkarıyor. Dripling, denge, teknik, his tüm bunları içerisinde barındırıyordu. Komple kalitemi ortaya çıkartan bir goldü. Yine aynı şekilde Monaco’ya attığım gol, vuruş açısı düşünüldüğünde zor bir yerdi. Güzel bir şut çıkarmıştım. Zaten kariyerimde attığım 300 küsur golün %70’i ceza sahası dışındandı. Frikikten de birçok gol attım. Orada da vuruş tekniğim ön plana çıkıyordu. Türkiye’ye attığım frikik golünü söyleyebilirim burada da. Meksika 86 elemeleriydi.
Peki en kritik golün olarak hangisini görüyorsun?
HAGI: İstanbulspor maçında son dakikada attığım penaltı golü öne çıkar. Yine bir başka penaltı. Leeds’te attığım. İstanbulspor’a attığım golle şampiyon olmuştuk. Leeds’e attığım golle de finale kalmıştık.

Biraz önce bahsetmiştin, İstanbulspor maçındaki kritik penaltı golünden ama aynı karşılaşmada çok güzel bir golün daha vardı.
HAGI: O da inanılmaz bir goldü. Hissettiğim anda topa vuruyordum. Hep öyle yaptım. Şut atmaktan korkmayacaksın, kendine güveneceksin.

İlk sezonunda şampiyonluğu yaşamak çok güzel bir duyguydu herhalde.
HAGI: Tabii ki çok güzeldi. Zaten o ilk seneden sonra çok güzel bir dönem başladı. 4 sene çok güzel bir kadro yakaladık.

Bir sene sonra Beşiktaş’a çaprazdan attığın müthiş frikik golüne götürelim seni şimdi de.
HAGI: Hatırlıyorum. Beşiktaş’ın başında Toshack vardı. Evet çaprazdan güzeldi. Fenerbahçe’ye de gol attım frikikten (tebessümle söylüyor). Çok önemli goller attım. Bunun yanında çok asistte yaptım. Benim dönemimde Galatasaray’ın santraforları 30’un üstünde gol atıyordu. Benim özelliğim buydu zaten. Bir 10 numaranın öncelikli görevi bu. Gol pası. Bunun yanında da gol atmak.

O dönem aklında kalan kimsenin kolay hatırlamadığı güzel bir golün var mı?
HAGI: Çok güzel bir golümü de Samsun’a Kupa maçında atmıştım. Yedektim. Penaltı kaçırmıştık. Durum 0-0’dı. Göksel penaltı kaçırdık diye seviniyordu. Kendisine niye seviniyorsun, ben geliyorum dedim, şimdi gireceğim ve sana gol atacağım dedim. Şimdi hatırladım Popescu kaçırmıştı penaltıyı. Oyuna girdim, daha ilk pozisyonda topu çekip vurdum ve gol oldu. Olayın şahidi de Fatih Akyel’dir. Maçtan sonra Göksel inanılmaz bir şey deyip duruyordu. Dedim taktiği veren Fatih Terim git ona söyle (Gülüyor). Şaka bir yana gerçekten komik olaydı.

Athletic Bilbao’ya son dakikada attığın golü de açalım biraz. 
HAGI: O maçta Tugay’la birlikte ikimiz topu kapmak için hamlede bulunmuştuk. Ben aldım, devamında vurdum ve gol oldu. Kaleci için sürpriz olmuştu, beklemiyordu. Herkes maçın berabere biteceğini düşünüyordu. 90.dakikada topu kapmam ve ardından şutu çekip, golü atmam çok güzel oldu.

Altay’a attığın muhteşem golü de pas geçmemek lazım bu arada. Topun kaleye gidişi inanılmazdı.
HAGI: 17 yaşımda attığım ilk golde buna benzerdi. Mesela sağ taraftan vurduğumda top, sola yatarak gidiyordu. Yukarı çıkıp birden iniyordu. Aşağı doğru Falso olarak sayılabilir.Benim özelliklerimden biriydi bu.

Derbilerde atılan gollerin önemi daha fazla oluyor herhalde. Mesela TSYD Kupası’nda Fenerbahçe’ye çok güzel bir frikik golü atmıştın.
HAGI: Gol tabii ki bir futbolcunun en büyük sevincidir. O yüzden herkes gol attığında kendinden geçiyor. Bir defa daha söyleyeyim, golcü değildim. Çok iyi bir pasördüm. Ama şanslıyım ki attığım gollerimin çoğu ceza sahası dışından ve güzel gollerdi. Tabii ki derbi maçlarda, Fenerbahçe’ye, Beşiktaş’a, Trabzonspor’a birçok gol attım. Bunlar daha güzel. Kafayla golüm çok az mesela. Çünkü ceza sahası içine çok nadir giriyordum.
Şimdi de Uefa serüvenine götürelim seni sevgili Hagi. Leeds United maçındaki asistini ve golünü soracağız ama daha önce merak ettiğimiz, müthiş bir tecrübeye sahip olarak maç öncesi, o gergin ortamda takım arkadaşlarına uyarılarda bulundun mu? Neler söyledin? Çünkü Galatasaray o gün sahada çok rahattı.
HAGI: Takım olarak çok güzel hazırlanmıştık o maça. Fatih Terim çok iyi hazırlamıştı bizi. Sadece maça konsantre olmamızı, saha dışı olayları kafamıza takmamamızı söyledi. Bizde sadece saha içine odaklandık. Kafamızda sadece turu geçmek vardı. Maça onlardan daha hazırdık. İstedikleri oyunu sahaya yansıtmalarına izin vermedik. Ancak istediğimiz skoru aldıktan sonra daha iyi oynadılar bizden. Genelde ise kontrol bizdeydi.

O maçtaki asistin de güzeldi. (Biz de takılıyoruz büyük ustaya)
HAGI: Hakan’ın hareketlerini pas geçmeyelim (gülerek). Kağıt üzerinde çizmek lazım Hakan’ın gidişini. Öncesindeki çalımım güzeldi, iyi hissetmiştim. Sonrasında zamanlama ve pas. Asist normal ama öncesinde yaptığım çalım işin güzel tarafıydı.

Devamında da o gergin ortamda çok kritik bir penaltıyı, rahat bir şekilde gole çevirmiştin.
HAGI: İyi konsantre oldum, daha önce topu nereye vuracağımı hesapladım, cesaretli bir şekilde topa gittim ve attım golü.

O dönem müthiş gollerinden birini de Borussia Dortmund’a atmıştın.
HAGI: Zaten o maça başladığımızda tribündeki Türk taraftarımız nedeniyle 1-0 öndeydik. Seyircimiz onlardan daha fazlaydı. Bizde çok iyi bir maç çıkardık. Bu kadar iyi oynayacağımızı beklemiyorlardı. Gafil avladık. Daha farklı bir skorla kazanabilirdik. O maçtaki sakin görüntümüzü görünce Uefa Kupası’nı kazanabileceğimize daha çok inandım.

Zaten finale kadar da hiç mağlup olmadan geldiniz.
HAGI: Doğru hiç yenilmedik ama Dortmund maçı bize Uefa Kupasını kazanabileceğimizi gösterdi. İnancımızı arttırdı. Futbolda bazı zamanlar vardır ki güveninizi arttırır. O yüzden Dortmund maçları çok önemliydi bizim için.

Ve gelelim finale. Türk futbolunun en önemli günlerinden birinde rakip Arsenal ve maç sonunda büyük sevinç. Kopenhag’da ki o gün için neler söylemek istersin.
HAGI: Arsenal çok iyi ve tehlikeli bir takımdı. Duran toplarda çok iyiydiler. Hava toplarında etkililerdi. Yetenekli, hızlı, kaliteli isimlere sahiptiler. Tabii onlarda bize saygı duyuyorlardı ama bizim finali kazanabileceğimizi düşünmüyorlardı. Arsenal'e, bir eksik olmamıza rağmen ne kadar güçlü olduğumuzu gösterdik. Ne kadar iyi bir takıma olduğumuzu şöyle düşünün, o kadro milli takıma 13 futbolcu verdi. Demek ki çok güçlüymüşüz. Onlarda ne kadar iyi olduğumuzu gördüler.

Peki gördüğün kırmızı kart için neler söylersin.
HAGI: Doğru olmadı tabii ki. Hakem o maçta bize farklı yaklaştı. Arsenal’in kazanmasını istedi bence. Ama sonunda iyi olan kazandı.

Yanlış hatırlamıyorsak o maçta Patrick Vieira’ya da inanılmaz bir çalımın vardı.
HAGI: Hem Bergkamp’a hem de Vieira’ya yaptım. Sonra Roberto Carlos’a da yaptım zaten. Onlar benim klasik çalımlarımdı. Bizden bir şeyler öğrensinler diye yaptım (gülerek). Doğu Avrupa’dan da yetenekli futbolcular çıkıyor sadece batıdan değil. 

Galatasaray formasıyla son maçını da Trabzon’a karşı oynadın ve güzel bir golle veda ettin sarı kırmızılı taraftara. O gün için neler söylemek istersin.
HAGI: Tabii ki yine bana has bir gol. Güzel bir vedalaşma. Daha da oynayabilirdim ama dedim ki “yeter”. Daha oynayacak gücüm vardı ama zirvede bırakmak istedim açıkçası. Zor anları yaşamak istemedim.
İspanya yıllarına dönersek Barcelona ve Real Madrid’te öne çıkartacağın gollerin var mı?
HAGI: Hepsini söyleyebilirim. Aynı tarz goller zaten ( hafif gülerek)
Barcelona formasıyla attığım bir gol var mesela tarihe geçti, taraftarın yaptığı oylamayla birinci sırada seçildi. Celta Vigo maçıydı. Santra yapıldıktan sonra direkt kaleye vurdum, biraz da sis vardı ve gol oldu. Real Madrid’teyken de Osasuna’ya yine orta sahadan gol attım. Dünyada 2 farklı büyük kulüpte orta sahadan gol atan futbolcu yoktur. 

Peki hep gollerinden bahsettik ama senin de söylediğin gibi sevgili Hagi asistlerin daha önemliydi. Sende yeri ayrı olan böyle bir gol pasın var mı?
HAGI: Çok asistim var. Araya bıraktığım, yandan ortaladığım çok var. Asistlerimi santraforlara soracaksınız, 9 numaralara. Hakan Şükür gibi.

Bizim aklımızda kalan çok güzel asistlerin var ama. Mesela Milan maçında Hasan Şaş’a yaptığın gibi.
HAGI: Milan maçında serbest vuruşu çok çabuk kullanmıştım. Geometri hocası değilim ama hesaplamaları çok iyi yaparım (gülerek). Her şey hesaplamadan geçer. Topun uzaklığını, zamanlamayı çok iyi yapmanız lazım. Aynı Geometri gibi. Ama yine de en unutamadığım asist için Leeds United maçında Hakan Şükür’e verdiğim pası söylerim.

Kariyerinde sevindiğin maç fazla olduğundan tersini daha çok merak ediyoruz. Seni en çok üzen maçı merak ediyoruz.
HAGI: Galatasaray'da oynarken Sparta Prag'a 3-0 mağlup olduğumuz maçı söyleyebilirim.

Peki saha içerisinde yıkıldığın bir an oldu mu?
HAGI: Galatasaray’da ki son sezonumda şampiyonluğu kaybettiğimiz Ankaragücü maçını söyleyebilirim. 2-1 mağlup olmuştuk.

Bu soruya herkes Hagi cevabını veriyor. O yüzden sen ne cevap vereceksin çok merak ediyoruz. Gördüğün en yetenekli futbolcu kim?
HAGI:Tartışmasız Maradona. Benim gördüğüm en inanılmaz futbolcuydu. Çok süratli, top tekniği çok yüksek, tek kelimeyle inanılmazdı.

Savunma oyuncularının sürekli belası oldun. Peki senin başına bela olan biri var mıydı? Seni en çok zorlayan savunma oyuncusu kimdi? 
HAGI: Paolo Maldini.

Her genç futbolcunun bu işe başlarken bir idolü vardır. Seninki kimdi?
HAGI: Tabii ki Johan Cruyff

Çok keyif aldığımız bu röportajımızın sonuna geldik sevgili Gheorghe Hagi. Son olarak neler söylemek istersin.
HAGI: Tüm bu eski anılara, geçmiş yıllara gitmek çok güzeldi. Benim için çok kolay çünkü anlatacak çok şeyim var. Zaferler olduğunda anlatmak çok daha kolay oluyor.(Gülerek)