31 Temmuz 2012 Salı

Shevchenko-Inzaghi


Bazı oyuncuların, onlara tam doyamadan futboldan kopmalarına üzülüyorum. En iyi dönemlerinde yaptıkları işleri hatırlayınca, Play Station’da onların oynadığı takımları alanlara “oha be baba” tepkisi verdiğimizi düşününce üzülüyorum işte. Bu tarz sevdiğin adamların futbolu bırakış şekillerinin Zidane’ın ki gibi olmasını istiyor insan. Ya dünyanın en büyük kulübünde ya da efsane olduğu yerde bıraksın istiyorsun.
 
Andriy Shevchenko da benim için böyle bir adamdı. Aslında hiç sevmediğim Milan’a saygı duyma sebebimdi Ukraynalı. Dinamo Kiev’de ki son 2 yılında inanılmaz yetenek olarak baktığım, Milan’a geçtikten sonra Ronaldo olmasa dünyanın en iyi forveti diyeceğim Shevchenko, Euro 2012’de son kez ateşini gösterip koptu oyundan.
“Lethal Weapon” dendiği dönemlerde attığı müthiş gollerle savunmaların bir numaralı kabusuydu. Öyle ki Milan’da oynadığı 7 sezonda partnerleri sürekli değişse de Sheva devam ediyordu. En iyi anlaştığı partneri de kendisi gibi bu yaz emekli olan Flippo Inzaghi’ydi. Bu ikili öyle inanılmaz gol rakamlarına imza atmadılar belki ama bir dönem rakip savunmalara kabus oldular.

2006’da yolları ayrıldı ikilinin. Sheva, gereksiz yere Chelsea’ye giderken Inzaghi kaldı evinde. Ukraynalı, Londra’ya ayak bastıktan sonra hiçbir zaman eskisi gibi olamazken Inzaghi, Milan’ın son şampiyonlar ligi şampiyonluğunun başrolündeydi.
İtalyanı hiçbir zaman sevmedim ama büyük saygı duydum. Kısıtlı özelliklerini yüreğiyle birleştirip bu kadar yıl oyunun saygı duyulan isimlerinden biri olmak kolay değil. Şimdi de bu saygının karşılığı olarak Milan alt yapısında görev yapacak hatta ilerleyen yıllarda belki de takım elbisesiyle kenarda göreceğiz kendisini.

Shevchenko ise Euro 2012’de hayranlarını son kez attığı gollerle selamladı ve veda etti. Ardından da pek alışık olmadığımız bir şekilde politikaya atılacağını söyledi. Bir nevi Hakan Şükür’ü olacak Ukrayna’nın, gözüken o. Milan’dan ayrıldığından bu yana hep yanlış kararlar almıştı. Şimdi ise bir riske daha giriyor. Politik kariyeri, futbolculuğunun son dönemine benzemez umarım.

İşte oyundan kopan iki yıldız isim. Belki unutulmayan ikililerden değillerdi ama hem beraber hem ayrı ayrı bir döneme damga vurdular. Biri risk aldı kariyeri tepetaklak oldu. Diğeri almadı hep saygı duyuldu. Oyundan koptular, risk alanla almayan değişmedi. Bakalım 5 sene sonra nerede olacaklar?

29 Temmuz 2012 Pazar

The Dark Night Rises

Christopher Nolan'ın ilk kötü filmi hangisi olacak çok merak ediyorum. Şu ana kadar kısa filmini saymazsak 8 kez yönetmen koltuğundaydı ve pek tarzım olmayan Following'i bir kenara koyarsak hepsinde sinemadan karşılığını fazlasıyla alarak çıktım. Steven Spielberg'ün koltuğunu fena sallayacağına inandığım Nolan'dan Spielberg gibi "War of the Worlds" tarzı bir çalışma görmeyeyim yeter. Zira hayatımın en büyük hayal kırıklıklarından biridir.

Sinemacı değilim, ama iyi bir izleyiciyim. Tabii ki her insan gibi farklı düşüncelere, farklı zevklere sahibim. Nolan'ın filmi geldiği zaman vizyona sorgusuz sualsiz giderim, kim ne derse desin. Bu serinin ilk 2 filmini izledikten sonra ve yine Nolan imzalı olunca koşa koşa gittim sinemaya. Her ne kadar bir kesim tarafından eleştirilse de inanılmaz mutlu ayrıldım salondan. Eleştirilere saygım var ama babanın yaptığı iş gerçekten hiç kolay değil. Tim Burton imzalı Batman serisi güzeldi, eğlenceliydi ama Nolan'ın serisiyle karşılaştırılamaz herhalde. İlk 2 filmde yaşadığı müthiş başarıdan sonra Dark Night Rises'ta işi zordu Nolan'ın ve bence bunun altından kalktı.
 Serinin tümünde karakterlere ayrı hayran kaldım. Burada da Bane karakteriyle Tom Hardy, müthiş oynamış. Zaten bu tip kahramanlık filmlerinde kötü adamın performansı filmin notunu belirliyor. Eğer fıssa, filmi de etkiliyor. O yüzden Bane tamamdır. Ha Joker mi? Bane mi? tartışmam bile:) Joker.

Filmin ilk yarısında başka ikinci yarıda bambaşka bir yere götürdü Nolan ve olayı iyi bağladı. Zaten en büyük numarası bu. Milyonlarca film var piyasada. En iyileri diğerlerinden ayıran en büyük özellikte yönetmenin başarısından geliyor. Çoğu film başladıktan sonra bir noktaya kadar geliyor ama tempoyu finale kadar sürdürmek ve sonunu iyi bağlamak ustalık gerektiriyor. O zaman da IMDB listesinde üst sıralarda yerini kolay alıyorsun zaten. Nolan'ın da filmleri içinde karmaşık gibi görünen olayları müthiş bir şekilde bağlaması en büyük numarası.

Filmde en büyük hayal kırıklığım Marion Cotillard'ta oldu. Bu filme hiç gitmemiş bence. Daha büyük soru işaretleri taşıdığım Anne Hathaway ise "Catwoman" ın altından başarıyla kalkmış. Özellikle Batman ve Catwoman'ın diyalogları süper olmuş. Çok eğlendim. Filmde bir hayal kırıklığım daha var ama spoiler içerdiği için söyleyemeyeceğim. Zaten hemen herkesin filmde en çok salladığı anlardan biri oldu bu. Sonuçta çok keyif aldığım harika bir Nolan filmi daha izledim. Sinemada sınırları zorlayan bu adamın yeni filmini ise sabırsızlıkla bekliyorum. Sizde benim gibi Nolan hayranıysanız hiç vakit kaybetmeden Dark Night Rises'a gidin derim, hiç pişman olmazsınız.

 


23 Temmuz 2012 Pazartesi

Samet Aybaba'nın Doğrusu

Samet Aybaba'nın Beşiktaş'ın başına getirilmesini en çok eleştirenlerdenim hatta belki de birinci sıradayım. Getirilme şekli ve son yıllarının kayıp olması nedeniyle kafamda çok soru işareti vardı ki hala var. Umarım yanılıyorumdur, umarım haksız çıkar ve utanırım, bu başka konu. Ama Samet Aybaba'yı eleştirirken de doğru yaptığı şeyleri yazmam lazım.

Başkan, göreve geldiğinden bu yana müthiş bir kemer sıkma politikasına girdi. Zorunlu diyet yapıyor Beşiktaş bir anlamda. Yapmazsan doktorlar fazla yaşamazsın demişler, bizde uyuyoruz bu duruma. Her zorunlu diyet yapanlar gibi bizim de çekiyor canımız bir sürü şey ama katlanıyoruz. Tüm bu diyet sürecinin sonunda aynaya baktığımızda işte bu demeyi umuyoruz. Nedir bu? Alınan yerli genç oyuncuların omurgada kendine yer bulması ve maksimum 3 sene sonra Beşiktaş'ta en az 6-7 yerli oyuncunun iskeleti oluşturması. Zordur böyle kabuk değiştirmeler. Öyle bir anda olmaz. Olana kadar da anandan emdiğin süt burnundan gelir. Bunu yapacak olanda Samet Aybaba ve ona destek çıkacak yönetim. İşin nereye varacağını ilerleyen dönemde zaten göreceğiz.

Bu arada Samet Aybaba'nın şu ana kadar ki takımı oluşturma sürecinde bana göre mantık hatası yok. Eksikler hala var alınması gereken, bunu da bekleyip göreceğiz. Sosyal paylaşım sitelerinde ise son dönemde alınması düşünülen yada son noktaya gelen yabancı oyuncular hakkında oldukça eleştiri var Samet hocaya. Sebebi de bu oyuncuların yaşlı olması. Dünyanın hiçbir yerinde bir takım yeniden oluşturulurken komple gençlerden yapılmaz. Bunun örnekleri için Manchester United ve Barcelona'ya bakmanız yeterli. Tam olmasa da şu anki takımı oluşturma mantalitesi bu dev kulüplerin yaptığına benziyor. O yüzden bu kadar çok genç yerli alıyorsan takıma ve 6-7 yabancın olacaksa, bunlardan minimum 4'ü çok tecrübeli olmalı. Hem gençlere yol göstermeli hemde kriz yönetimini çok iyi yapmalı. O yüzden mesela 30 yaşındaki McGregor ile 32 yaşındaki Escude'nin transfer edilmesini çok yanlış bulmuyorum. Yine de bu oyunculardan istenilen verim alınamayabilir ama bu bambaşka bir konu ve şartlarla ilgili olur.

32 yaşındaki Fabian Ernst'in ne günahı vardı diye sorabilirsiniz. O konuda teknik heyet ve yönetim bir tercih yaptı. Herkesin çok güvendiği Necip'in aldığı süreyi arttırmak ve mali konularda biraz daha rahatlamak için alınmış bir karar bu. Beşiktaş, Fabian Ernst'i çokta arayabilir ama alınan kararın mantıksız bir tarafı yok.

Beşiktaş bu sezon tohumları ekecek. Toprağı işlerken de yaptığın yatırımın çok zarar görmemesi için de ligi elinden geldiğince iyi bir yerde bitirmeye çalışacak. Zaten bu sene alınan genç isimlerle de bitmeyecek transfer. Önümüzdeki 3 sezon boyunca her transfer döneminde omurga için bu uygulama yapılacak. Her sene 6-7 adam değil belki ama 1-2 isimle istenilen takım iskeleti oluşturulabilir. Galatasaray ve Beşiktaş geçmişteki efsane kadrolarını oluştururken bu yolu izlediler. Bu yolu izlerken onlarda çok acı çekti ama ödülü büyük oldu. O yüzden sonucu görmek için daha uzun bir yol var. Beklemek tek çare.

Iker Casillas ve Gün Batımı

 
Fotoğrafı çeken Sara diyen abiler var:)

19 Temmuz 2012 Perşembe

Bu Transferler Olabilirdi...

Kaka, Gaziantep'in kapısından döndü denir. Doğrudur, yanlıştır bilemem ama böyle hikayeler çok futbol dünyasında. Konuşulan isimler, oyunun büyük yıldızları olunca daha da ilgi çekiyor doğal olarak. Hazır transfer dönemindeyken bu tip hikayelere bir göz atalım istedim bende. Tabii bunların doğruluk payı daha fazla ve futbol dünyası tarafından oldukça bilinen olaylar. Macun gibi sıkmıyorlar. Liste uzun. Çok isim var böyle. ESPN Soccernet yapmış. Giuseppe Meazza gibi küçüklüğünde tuttuğu takım Milan'ın kapısından dönüp Inter'de efsane olanından Zidane'a Xavi'ye kadar birçok isim var. Hepsini yazıp uzatmadan en babalarını anlatalım biraz.
Alfredo Di Stefano (Millonarios'tan Barcelona'ya, 1953)
Büyük ihtimalle futbol tarihinin en tartışmalı transferlerinden biriydi Di Stefano'nun ki. Hem Barcelona hem de ezeli rakip Real Madrid onu transfer etmişti. Barça, Di Stefano’nun sahibi olan River Plate’ten, Madrid’de oynadığı takım olan Millonarios’tan. Franco’nun spor bakanı daha önce İspanya’da yabancı oyuncu transferlerini yasaklayan General Moscardo’ydu. Moscardo, iki takıma da ortak bir anlaşma önerene kadar Di Stefano, Barcelona formasıyla üç maça çıktı. Bu anlaşmaya göre her iki takım sırayla iki seneliğine Di Stefano’yu oynatacaktı. Barça çok saçma bulduğu teklifi reddetti ve böylece Di Stefano, Madrid’te kaldı. Ama ne kalmak. Real Madrid şu an dünyanın en büyük kulübüyse bunun başlıca mimarlarından biri tartışmasız Di Stefano. 8 La Liga, 5 Şampiyon Kulüpler kupası kazanmış. Diğerlerini saymıyorum bile. Tersi olsaymış tarih belki de başka türlü yazılacaktı.
Garrincha (Botafogo'dan Inter'e, 1963)
Birçoklarına göre 1958 ve 1962 Dünya Kupası'nın yıldızıdır Garrincha. Ama o da vatandaşı Pele gibi futbol yaşamında Amerika kıtasını terk edemedi. Her şey çok farklı da olabilirdi. 1963 Haziran'ında Inter, efsane oyuncunun kulübü Botafogo'yla 400 bin pounda anlaşmıştı ki dönemin transfer rekoru olacaktı. Taraflar her konuda anlaşmıştı ama Garrincha'nın yılın başlarında geçirdiği diz sakatlığı, sağlık kontrollerinden geçmesine engel oldu. Ağustos ayı geldiğinde efsane hala sakattı. Kasım'da su yüzüne başta alkol olmak üzere diğer problemlerde çıkınca transfer yattı. Garrincha'nın sürekli aşağı inen çizgisi nedeniyle fiyatı 115 bin pounda düştü ve 1966'da ancak Corinthians'a transfer olabildi.

Diego Armando Maradona (Argentinos Juniors'tan Sheffield United'a, 1978)
Sheffield United menajeri Harry Haslam, 1978'de Güney Amerika'da çıktığı yetenek avında keşfetti 17 yaşındaki Maradona'yı ve hemen sözleşme imzalamak istedi. 1 milyon pound'tan kapıyı açan Argentinos Juniors'u 600 bine ikna etmeyi de başarmıştı. Ancak 2.ligde yer alan kulüp için bu para da fazlaydı. O yüzden mecburen Riverlı Alex Seballa'yı yanında götürdü İngiltere'ye. Seballalı Sheffield o sezon 3.lige düştü. 1980'de bir girişimde Juventus'tan geldi Maradona için ama Arjantinli 1981'de Boca Juniors'a transfer oldu. Bir sene sonra Arsenal 4 milyon poundu gözden çıkardı ama Maradona 5 milyona Barcelona'ya gitti. Haslam, Eylül 1986'da hayata gözlerini yummadan Maradona'nın dünyanın en büyük futbolcusu olduğunu gördü ve aramızdan ayrıldı.

Johan Cruyff (Leicester City'ye, 1981)
Ajax ve Barcelona'da yaşadığı müthiş başarılardan sonra Cruyff, İngiltere'de oynamayı ilginç buluyordu. 1976'da Arsenal, onunla ilgilenmişti. 2 yıl sonra Chelsea, 2 milyon pound teklif etmiş ama ödeme şartlarında anlaşamamışlardı. 1979'da ise Cruyff, 2 yıllığına ABD'ye gitti. Dönüşünde ise Leicester ile son aşamaya kadar gelmişti ama ertesi gün müthiş çalımlarından birini atan "Sarı Fare" İspanya'da o dönem 2.ligde oynayan Levante'ye gitti. Neden mi?  Maç hasılatlarının yarısı teklif edilmişti.
Paul Gascoigne (Newcastle United'tan Manchester United'a, 1988)
Sir Alex Ferguson 2008'de Sir David Frost'a verdiği bir röportajda Gascoigne'i transfer edememesini en büyük hayal kırıklığı olarak anlatıyordu. Bölgesinde gelmiş geçmiş en iyi İngiliz oyuncu olarak nitelendirdiği Gascoigne'i transfer edememek çok koymuştu Ferguson'a. Gascoigne'i transfer etmeyi 1987'nin Mart ayında kafasına koymuştu Sir Alex. 88'in Temmuz'unda aynı hırs Tottenham başkanı Irving Scholar'da da vardı.
Gascoigne 2011'de Life Stories'e verdiği röportajda "Manchester United çok büyük bir kulüptü. Bende oraya gitmeyi kafaya koymuştum. Yaptıkları teklif çok iyiydi. Alex Ferguson bana, 'Şu an tatile gidiyorum. Döndüğümde görüşürüz dedi. Bende tatilinin keyfini çıkar, imzalayacağım dedim'. Sonrasında arabamla Manchester'a giderken yolda Irving Scholar beni aradı: 'Paul sana haftalık 2.500 pound vereceğiz. Sadece buda değil. Babana da bir ev satın alacağız'. Sonra bende anne, baba, Tottenham bize ev alıyor ne yapacağız diye sordum. Onlarda çok iyi deyince bende gittim Tottenham ile imzaladım." Böylece Gascoigne, White Hart Lane'in yolunu tutarken Ferguson, Manchester devrimi için Cantona gelene kadar 4 sene daha beklemek zorunda kaldı belki de.

Eric Cantona (Nimes'den Sheffield Wednesday'e, 1992)
Cantona'nın Fransa'daki ilk yıllarında yaşadığı sorunları bilmeyen yok. Baba ya futbolu bırakacak ki bir ara bunu da açıkladı ya da başka bir ülkede oynayacak. Platini'nin tavsiyeleriyle Trevor Francis, Cantona'yı denenmek üzere Sheffield Wednesday'e davet ediyor. 1 hafta çıkıyor antrenmanlara Fransız yıldız. 1 hafta daha diyor Francis ama reddedip Leeds United ile imzalıyor Cantona. Ayağının tozuyla da şampiyonluğu getiriyor. Sonrası malum. Manchester United ve Cantona resitali.

Zinedine Zidane (Bordeaux'dan Blackburn Rovers'a, 1996)
1996'nın sonbaharında Blackburn menajeri Ray Harford, Zidane ve Dugarry'i keşfeder. İkisinden de çok etkilenmiştir ama kulübün sahibi Jack Walker'dan veto yer: "Zidane'ı niye transfer etmek istiyorsunki elimizde Tim Sherwood var".
Sherwood, 2009'daki bir röportajında, "o dönem böyle bir olay vardı evet. Walker'ın birçok hatası vardı ama bu kesinlikle bir numaraydı" diyerek olayın vahametini açıklıyor. Zidane konusunda tek hata Blackburn'de değil. Menajer Barry Silkman aynı sezon Newcastle United'a da Fransızı önerdiğini ama onlardan şöyle bir cevap aldığını söylüyor: "Zidane'ı 1.2 milyon pounda Newcastle'a önerdim. Kendisini izlediler ve Premier lig için yeterli olmadığını şu an için Championship'te oynayabileceğini söylediler". Zidane o yaz Juventus'a transfer oldu. Hikayenin gerisini biliyorsunuz:)
Xavi Hernandez (Barcelona'dan Milan'a, 1999)
Barcelona'nın pas oyununun temelindeki isim, 1999'da belki de Milan'a gidecekti. 2.başkan Adriano Galliani, o dönem Milan'ın Xavi'yi transfer etmeye çok yakın olduğunu söylüyor. Önündeki Guardiola'dan dolayı o dönem pek forma umudu yoktu Xavi'nin. Milan'a gitmesi konusunda Barcelona böyle karar verdiği için kalmak zorunda kaldım dese de annesi Maria'nın da payını unutmamak lazım.  
La Vangardia'ya "Bize sezonluk anlaşmada 5 her sene için 1 milyon poundtan fazlası, bir villa ve eşim için de iş teklif edildi. Bunnu masaya yatırdık. Xavi, 4 çocuğumun 3.sü. Görmeniz lazım. Herkes bana cephe almıştı. Bu fırsatı değerlendirmesini istiyorlardı. Açıkçası Barcelona'da da Guardiola'nın olduğu yerde oynuyordu. Şansı azdı. Sonuçta kalma kararını kendisi verdi ama Milan'a gitseydi bende boşanacaktım." diyor anne Hernandez.
Xavi ayrıca kariyerinin başlangıcında Manchester United'ın da teklifini reddettiğini söylüyor: "İngiliz futboluna da her zaman bir yakınlığım vardı ve orada oynasaydım kulübüm herhalde Manchester United olurdu." Düşünsenize Xavi, 2 dönemde de kalma kararıyla neleri kurtarmış. Belki Maria dediğini yapacaktı:) Manchester'a gitse belki de Barcelona ve doğal olarak İspanya bu başarıları kazanamayacaktı. Ya da Xavi'ye Manchester'da oynarken Barcelona forması giydirmeye kalkacaklardı, Fabregas'ta olduğu gibi.

Ronaldinho (Gremio'dan St.Mirren'e, 2001)
Ronaldinho'yu, İskoçya'nın vasat altı takımlarından St. Mirren'de düşünebiliyor musunuz? Az kalsın oluyordu. Sambacının başı pasaport usulsüzlüğü nedeniyle derde girmese belki de tecrübe kazanmak için İskoçya'da forma giyecekti. Ronaldinho gitmedi, St. Mirren o sezon -40 gol averajıyla ligden düştü. Ha olsaydı ne değişirdi soru işareti. Olmadı PSG'e gitti, oradan da Barcelona'ya. Efsane oldu çıktı. Real Madrid'e de çirkin diye alınmamıştı. Hayat...

Cristiano Ronaldo (Sporting Lizbon'dan Arsenal'e, 2003)
Ronaldo'nun da kaderi çok farklı olabilirdi, Arsenal'e gitseydi. Şimdiki gibi hayvani bir görüntüsü olur muydu diye sorulur. Ferguson büyüktür Wenger'den yazmak yeterli sanırım. 2003'te Toulon'daki turnuvada gözüne kestirmişti Fransız menajer Ronaldo'yu. 4 milyon pound civarı yeterliydi Ronaldo için, fazla da risk almak istemiyorlardı. Ama o yaz Cristiano, Manchester'a transfer oldu. Arsenal'in verdiğinin 3 katına. Kaderin güzel bir cilvesiydi Ronaldo için. Arsenal'e gitse yıllarca hiçbir şey kazanamayan loser da olabilirdi. Şimdi tam bir winner. Git öp Ferguson'un elini.

Cibeles Meydanı