26 Şubat 2013 Salı

Real Madrid Normale Döndü

Son yıllarda çok yazdık El Clasico hikayesi ama genelde içimiz kan ağlayarak çıkıyordu kelimeler. Barcelona galibiyetlerinin arkasından iyi şeyleri görmeye çalıştık, hakemlerin kararları daha çok battı gözümüze. Ama sonunda gün itibariyle o devir bitti. Bundan sonra Barcelona'nın kazanması zor gibi komik bir şey söylemeyeceğim. Ama bundan sonra 3-4 seneki önceki bariz üstünlüklerin olmayacağı belli oldu. 2 takımda en iyi 11'leriyle çıkıyorsa sahaya ne olacağı asla belli olmayacak. Kimin kazanacağını tahmin etmek kolay olmayacak. Bahis siteleri 1.30, 1.50 oranlarla favori göstermeyecek bir takımı. Evet böyle bir dönem yaşandı. Acıydı ama gerçekti de. Real Madrid'in çaresiz kaldığı son dönemden sonra Jose Mourinho ve takımı artık Barcelon'yı hem nasıl durduracağını hem de nasıl yeneceğini çok iyi biliyor. Bu maçta net bir şekilde gördük. Real Madrid, 2008'den bu yana ilk kez Barcelona'ya karşı 90 dakika hakimiyetini kabul ettirdi. Arada iki 5'er dakikalık klasik Barça baskısını gördük. Onun dışında maç boyu oyunu istediği gibi yönlendiren Jose'nin takımıydı. Yoğun maç trafiği olmasa farkı da çok rahat arttırabilirlerdi çünkü neredeyse her kontra atağa çıkış büyük tehlike oldu. Barcelona'nın 5'lerinden 6'larından sonra insan bir aşağılama beklemiyor değil ama dedim ya trafik sıkıntılı. Mourinho'nun yaptığı oyuncu değişiklikleri de bunun en büyük göstergesi.

Portekizli bugünlere kolay gelmedi tabii ki. 5 yedi, 11 kişi ceza sahasının önüne kamp kurdu. Çok eleştirildi, o da az değildi. Ama geçen sene söylediği gibi artık Barcelona maçlarını oynamayı öğrendi. Önce yenilmemeyi öğretti, sonra da kazanmayı. Futbolcularını öyle iyi motive ediyor ki artık Barcelonalı futbolcuların saha içerisinde yaptığı çirkinliklere de tepki vermeyen, topunu oynama çalışan bir Real Madrid var. O da zaten bir gün önce yaptığı basın toplantısında sanki maçın röntgenini çekmişti. Roura'nın maçın hakemi Mallenco'ya şüpheyle yaklaşmasını:''Barcelona ile geçmişte oynadığımız maçlardan aldığımız bazı dersler var. Hakemler hakkında konuşmamak üzerine dersler, onların etrafını sarıp kart aldırmaya çalışmamak adına dersler ve tabii ki futbol oynamak. Barcelona'nın bu işleri çok iyi yaptığını alçak gönüllülükle kabul ediyorum''.

Maçta aynen böyle oldu işte. Pique'nin Ronaldo'yu düşürerek penaltıya sebebiyet verdiği pozisyonda öyle bir itirazı var ki ben bile şüpheye düşüp gözlerimi dört açıp baktım pozisyona. Tam bir komediydi. Sonrasında klasik Camp Nou çadır tiyatrosu hemen hayata geçti zaten. Penaltı almak için başta Pedro olmak üzere kendilerini kaç defa yere attıklarını ve hakemin üzerine yürüdüklerini ben sayamadım. Ama helal olsun Mallenco'ya kanmadı. Real Madrid'te fazlasıyla hak ettiği galibiyeti aldı.
Barcelona ligde belki açık ara lider ama Guardiola döneminin futbolundan da çok uzakta. Villanova'nın hastalığı mı yoksa rotasyon yapamamak mı bilinmez özellikle son dönemde bir sıkıntının olduğu muhakkak. İşin hücum yönünü yine yapıyorlar ama takım savunmasında ciddi hasarlar var. Bu sene kalelerinde gördükleri gol sayısı da bunun göstergesi zaten. Her ne kadar Milan maçında farklı bir Barcelona beklesem de son dönemdeki sıkıntı kendini belli ediyor. Bu dönemsel bir sorunda olabilir, uzun süreli de. Zamanla anlayacağız.

Şimdi hafta sonu bir El Clasico daha var ama bu kez anlamı yok. Mourinho ciddi bir rotasyon yapacaktır diye düşünüyorum çünkü hafta içi sezonun maçı var Real için. Ronaldo hariç takımın önemli isimleri olmayabilir. Bu maçta oynanan futbol Manchester maçının habercisi olmayacak tabii. Barcelona her zaman olduğu gibi açık oynadı Madrid'e karşı. Kendi futbolunu oynadı. Yine aynı sonucun rövanşında Manchester United, daha kontrollü, önce gol yememeyi düşünecektir. O yüzden çok zor bir maç olacak.

18 Şubat 2013 Pazartesi

Yanlışlar ve Şampiyonluklar

Futbol her türlü sonuca, olaya, sürprize birçok şeye açık olsa da olayın bütününde bir mantığı, matematiği vardır. Birçok yanlışı yapıp doğru sonucu alman zordur. Ya da yaptığın doğrulardan bir anda sonuç alman çok zordur. Bir bekleme süren olması lazım. Mesela Real Madrid, Ronaldo, Kaka, Benzema gibi süper yıldızları alıp hemen şampiyon olamadı. Manchester City de aynı şekilde dünyanın transferini yaptı. Hemen ilk senesinde şampiyon olamadı. Juventus, Calciopoli'den sonra dünyanın parasını harcadı. Şampiyon olmak için yıllarca beklemek zorunda kaldı. PSG geçen sene Montpellier'i izledi. Avrupa'nın önde gelen liglerinde dünyanın parasını harcayıp o sezon şampiyonluk kazanmak çok zor. Ülkemiz hariç.
Türk futbolunda bu tip örnekler çok fazla. İstikrarsızlık istikrar olmuş neredeyse son yıllarda. Evet bir takım şampiyon oluyor ama devam eden sezonda genelde başarısız olmuş, 2000'den sonrasına baktığınızda. Transfer politikasındaki yanlışlar, planlamanın düzgün yapılmayışı, en önemlisi yönetimlerin beceriksizliği sebep olmuş buna. 2000'den günümüze gelelim ve bakalım istikrarsızlığın belgelerine. Arada tek tük sezonlar var göze batan. Gerisi bildiğimiz hikaye.
1999-2000 sezonunda Fenerbahçe, ligi 4.bitiriyor. Liderin tam 18 puan gerisinde. Galatasaray şampiyon oluyor. Serhat Akın, Milan Rapaiç, Haim Revivo, Zoran Mirkoviç, Mert Meriç, Kennet Andersson, Yusuf Şimşek, Nikola Lazetiç, Ali Güneş, Celil Sağır, Elvir Baliç (kiralık) toplamda 11 oyuncu transfer ediyor Fenerbahçe ve 2000-01 sezonunda şampiyon oluyor. Bir önceki sezon ligi zirvede bitiren sarı kırmızılılar zirvenin 3 puan gerisinde ligi 3.bitiriyor. Galatasaray'ın Hakan Şükür dışında başka bir kaybı yok ama kadrosunu baştan aşağı değiştiren Fenerbahçe şampiyon oluyor.
2001-2002 sezonunda Galatasaray'da Hagi futbolu bıraktığı için yok. Popescu, Jardel, Taffarel, Ümit Davala, Okan ve Emre Belözoğlu ayrılmış. Devre arasında gelenlerle birlikte toplamda 12 civarı oyuncu transfer etti sarı kırmızılılar ve ligi zirvede bitirdi. Fenerbahçe de şampiyon kadrosuna 7 oyuncu kattı ama Galatasaray'ın 3 puan gerisinde kaldı. Bu 7 oyuncu da öyle genç, yedek kulübesini güçlendirecek isimler falan değil. Ceyhun Eriş, Ümit Özat, Oktay Derelioğlu, Simao, Fatih Akyel, Ali Akdeniz, Hakan Bayraktar. Transferler ne amaçla yapılmış belli değil. Devre arasında zirveden çok uzak değilken seni şampiyon yapan Mustafa Denizli'yi gönderiyorsun. Gelen uçuracak ya! Şu 2 sezon bile aslında resmin tamamı için yeterli. Al 12 oyuncu şampiyon ol. Şampiyon ol yine de 7-8 oyuncu al. İstikrar yok. İskelet oluşturma çabası yok. Paralar sokağa.
2002-03 sezonunda şampiyon olan Beşiktaş, 2.yarıda gelenlerle birlikte toplamda 15 oyuncu transfer etmiş. Bir önceki sezonun şampiyonu Galatasaray da Fatih Terim göreve gelmiş ve 15'e yakın transfer yapmış. Ligi Beşiktaş'ın 8 puan gerisinde 2.sırada bitirmiş.  2 sezon öncesinin şampiyonu Fenerbahçe ise 11 oyuncu almış ama ligi şampiyonun 34 puan gerisinde 6.sırada bitirmiş.
2003-04 sezonunda ise şampiyonun adı bir sene ligi önce 6.bitiren Fenerbahçe. Toplam 12 oyuncu almış. Devreye lider Beşiktaş'ın 8 puan gerisinde girmesine rağmen geriden gelerek şampiyonluğu yakalamış. Her şey ters. Aslında olayları hiç bilmeyen birine sor. Herhalde Fenerbahçe son şampiyondu. Bir arada oynamayı bilen kadrosu 2.yarı gaza bastı ve henüz takım olamayan rakibini geçti der değil mi? Ama yok. Burası Türkiye. Fenerbahçe zoru başararak şampiyon oluyor.
2004-05 sezonunda ise 2000'li yıllardaki tek peş peşe şampiyonluk yaşanıyor. Kadrosunu koruyan Fenerbahçe, çok fazla transfer yapmadan 3-4 kilit oyuncuyla hem ilk 11'i hem de yedek kulübesini güçlendiriyor ve sezon sonunda ligi zirvede bitiriyor.
2005-06 sezonunda ise bir sene önce ligi 3.sırada, Fenerbahçe'nin 4 puan gerisinde bitiren Galatasaray bu kez şampiyonluğa ulaşıyor. Burada da Galatasaray fazla transfer yapmıyor. O zaman yaşanılan maddi sıkıntılar, aslında 2-3 yıldır bir arada oynayan kadronun avantajı oluyor. Birçok yeni adam gelse belki de şampiyonluk gelmeyecek ama kadro fazla bozulmayınca başarı geliyor. Fenerbahçe şampiyonluğu son hafta Denizli'de kaybederken 2 senede yerli, yabancı 30'a yakın transfer yapan Yıldırım Demirören başkanlığındaki Beşiktaş, ligi şampiyonun 29 puan gerisinde 3.sırada tamamlıyor. Düşünün 2003-04'ün ilk yarısında son yılların en iyi futbolunu oynayan kadronun yerinde 2 sene sonra yeller esiyor. Sabır yok. Sakin olup, planlama yok.
2006-07 sezonunda ise kaçan şampiyonluğun etkisiyle Fenerbahçe doğal olarak transfere yöneliyor. Tümer Metin, Lugano, Edu, Kezman, Deivid de Souza, Uğur Boral geliyor. Aslında çokta yanlış bir transfer politikası değil. Kadroda çok fazla değişiklik yok. Ama Denizli'deki hüsrandan sonra Daum gidiyor. Zico geliyor. Brezilyalı efsane başlarda bocalasa da Daum'un sistemine dönüyor ve 100.yılda şampiyonluk geliyor. Bir önceki sezon ligi zirvede bitiren Galatasaray ise 14 puan geride 3.sırada. İstikrar süper. 
2007-08 sezonunda ise Galatasaray yine zirvede ve yine 10'un üzerinde transfer yaparak. Fenerbahçe, Beşiktaş ve Sivasspor'un 6 puan önünde ipi önde göğüslüyor. Fenerbahçe'nin Avrupa'da başarılı olmak gibi mazereti var kabul ama istikrar yine yok. Sarı lacivertliler bu arada 8 oyuncu daha almış bu sezon. Beşiktaş ise 10'a yakın adam almış. Yıldırım Demirören'in 100 milyon dolarlık alacağından kat kat fazlasını harcamış Beşiktaş 4 senelik dönemde ve sadece kazanılan Türkiye kupaları var.
2008-09 sezonunda ise zirvenin adı en sonunda Beşiktaş. 4 sezonda 50'ye yakın transfer yapan Beşiktaş, devre arasında alınanlarda dahil olmak üzere 9 isimle daha anlaşıyor. 6.haftada Avrupa'dan elendi diye Ertuğrul Sağlam ile yollar ayrılıyor ve göreve Mustafa Denizli getiriliyor. Fenerbahçe ve Galatasaray'ın yarıştan uzak kaldığı sezonda siyah beyazlılar Sivasspor'u güç bela geçerek çok özlediği şampiyonluğa ulaşıyor.
2009-10 sezonunda Anadolu'nun 2.şampiyonu Bursaspor, tarihinde bir ilki yaşıyor. Fenerbahçe sadece 6 isme imza attırıp kadroyu genel anlamda korusa da son hafta Trabzonspor ile 1-1 berabere kalarak zirveyi kaptırıyor. 2008-09'u şampiyon bitiren Beşiktaş ise Bursaspor'un 11 puan gerisinde kalıyor. 2010-11 sezonunda ise Fenerbahçe kadrosunu genel anlamda koruyup 6 oyuncuyla anlaştı ve sezon sonunda şampiyonluğa ulaştı. 2 sezonda 20 ismi transfer eden Beşiktaş ise şampiyon Fenerbahçe'nin 28 puan gerisinde ligi 5.bitiriyor.
2011-12 sezonunda ise Fenerbahçe yaşadığı sıkıntılı süreç nedeniyle bir önceki sezondan önemli isimlerini kaybederken yerlerine istediği transferleri yapamadı ama sezon sonuna kadar şampiyon olacak Galatasaray ile başa baş bir mücadele ortaya koydu. Sarı kırmızılılar bir sene önce ligi Fenerbahçe'nin 36 puan gerisinde 8.sırada bitirdi. Ama yeni sezona devre arası transferleri dahil 12 isimle giren sarı kırmızılılar ipi önde göğüslemeyi başardı. Galatasaray Şampiyonlar ligi'ni düşünerek olsa da devre arası dahil bu sezona da 8 isimle başladı. Normal giden bir sezonda Galatasaray'ın çok daha rahat olması lazım ama Şampiyonlar Ligi önemli bir bahaneydi. Başka bir takımda çıkmayınca bayrağı alacak, her şeye rağmen rahat sarı kırmızılılar. Fenerbahçe'nin bu sene 10'a yakın adam aldığını ama kimyayı hala tutturamadığını da söylemek lazım.
Tüm bunları düşündüğümde her sene gelen ve gidenleri, harcanan paraları, istikrarsızlığı, anı yaşamayı görünce uzun süreli başarıdan yoksun kalmamızı çok garipsememek lazım. Milli takımımızın bir başarılı daha çok başarısız olmasını normal karşılamak lazım. Bu kadar yanlışa rağmen sonunda istenen şampiyonluk bir şekilde geliyorsa doğruyu bulmak neredeyse imkansız.

17 Şubat 2013 Pazar

Taraftarın Balık Hafızası

Gaziantepspor dramından sonra tribünden ilk defa uğultular yükseldi dün gece. Hatta taraftarın bir bölümünün Fikret Orman'a yüklendiği, ''paran yoksa gelmeseydin'' dedikleri söylendi, yazıldı. Doğrudur, yanlıştır bilemem ama balık hafıza yeniden devreye girmiş anlaşılan. Taraftar, Yıldırım Demirören gibi ya da o tip facia bir başkanın yeniden göreve gelmesini mi istiyor? Yeniden hata üstüne hata mı yapılsın bu kulüpte. Yanlışlar birbirini mi kovalasın? Herhalde bunu istemiyor taraftar. Geride kalan 8 yılda yapılan hataların bir günde düzeltelip, şampiyonluklar, kupalar kazanan bir takım ortaya çıkmasını da beklemiyor herhalde. Sezon başında bu takımdan kimsenin bir beklentisi yoktu. Ligin gidişatı, tüm takımların kötü olması Beşiktaş'ı bir anda zirve yarışının içine soktu.
Siyah beyazlılar şu an ligin en iyi futbol oynayan takımı. Çoğu şanssızlıktan, özellikle evinde çok puan kaybetti ve lider Galatasaray ile arasındaki fark 7'ye çıktı. Ama işler kötü gidiyor diye yönetime yüklenmek, futbolcuyu ıslıklamak ne oluyor. Böyle taraftarlık olmaz. Bilet fiyatlarından dolayı şikayet eden bir grup var anlıyorum böyle bir süreçte bir şeyleri değiştirmek isteyen yönetime de destek olmak lazım. Maddi imkanı kısıtlı olanlara bende üzülüyorum ama bedava biletle son yıllarda o tribünün en güzel yerinden maçı izleyen adam da gelmesin. Öyle Beşiktaşlının faydasından çok zararı dokunuyor zaten bu kulübe.
Saha içinde ise yapacak bir şey yok. Şansın futbolda ne önemli olduğunu çok tanık olduk son dönemde. İnsanın başına 3-4 defa gelince bu şanssızlık değil başka bir şey olmalı diyenler, söyleyin çaresini o zaman. Kadro bu. Samet hocanın elindeki malzeme belli. Buna uzun ve kısa süreli sakatlıkları da ekleyin. Bir de üstüne kırk yılda bir başına gelecek olayların peş peşe sıralanmasını ekleyin. O zaman fazla üzülmeyeceksin. Beşiktaş hem saha dışı hem de saha içi olarak doğru yolda. Biraz sabır gerekiyor sadece. Yıldırım Demirören ve yanlışlarına 8 yıl sabreden taraftarda şu kısa sürede daha da fazla sabır göstermesi gerekiyor. 101.yılın ilk yarısından bu yana açık ara en iyi futbolunu oynuyor Beşiktaş. Yönetimsel olarakta birçok adım atılıyor, kulübün geleceği için. Kusura bakmayın ama Demirören'in devasa enkazını kaldırmak öyle 6 ayda, 1 senede olacak iş değil. Beşiktaş camia olarak dibi gördü, yükselişe geçmek biraz zaman alacak. O da yıldızlar transfer etmekle, şov yapmakla olmuyor. Yakın zamanda o da denendi zira. Samet hocaya sabretmek lazım. Kuracağı yerli iskelete güvenmek lazım. Işık yandığı sürece devam etmek lazım. Sakin olmak lazım.

13 Şubat 2013 Çarşamba

Haydi Ramos şimdi anlat!

Basına ispiklenen bir diyalogda El Clasico'da Ramos'un tutması gereken Puyol, duran topta golü atınca, Portekizli antrenmanda sormuş: ''O pozisyonda neredeydin diye''. Ramos da ''Markajı değiştirmeye karar verdik. Bazen bunu yapmak lazım. Siz hiç futbolcu olmadığınız için bazen sahada ne oluyor bilemezsiniz'' diye cevap vermişti Mourinho'ya. Neredeyse 1 sene geçti bu olayın üstünden. Sonrasında basında olayların sadece bununla sınırlı olmadığı da yazıldı. Casillas-Ramos-Mourinho üçgeni gün geçtikçe küçüldü, gerginlik arttı. Artık eskisi gibi olması da zor. Başkan Perez de medya önünde Mourinho'nun %100 arkasında olduğunu kendine göre haklı bir politikayla söylemedi. Bu takımın tek yetkilisi Jose Mourinho'dur demedi.
Bugünkü maçla ne alakası var diyebilirsiniz hemen cevabını vereyim. Manchester United'ın bugün Real Madrid karşısında en büyük silahı duran toplar ve kontra ataklardı. Evinde iyi de başlamış Real Madrid. Yavaş yavaş üstünlüğünü kabul ettiriyor. Işık yanıyor gelecek gol için. Ne yapacaksın? Bu arada kolay gol yemeyeceksin. Kitabın en önemli kurallarından biri bu. Ama Mourinho'ya futbolcu olmadığı için saha içerisinde neler döndüğünü anlamayacağını söyleyen Ramos, Wellbeck'e öyle kolay bir kafa golü attırdı ki tur işte o anda tehlikeye girdi. Barcelona'yla puan farkı 10 küsurlara çıktığından bu yana ince bir ipte yürüyen Real Madrid'in gazı kaçtı. Şimdi antrenmanda anlatabilir belki neler olduğunu orada. Jose her ne kadar futbol oynayamasa da anlayabilir belki şimdi 2.kaptanını.
Ramos da inanılmaz bir boş vermişlik var. Celta Vigo maçında yaptığı gereksiz hareketten sonra gördüğü kırmızı kart ve aldığı 5 maçlık cezada bunun göstergesi zaten. Bugün de 86.dakikada takım bir an evvel gol bulma peşinde, beyefendi Valencia'yla girdiği hava topunda yerde kalınca kıvranıyor. O sırada reji Jose'yi gösteriyordu ve Portekizlinin hareketleri de her şeyi anlatıyordu. Sonuçta olan yine Mourinho'ya olur. İspanyol olsa belki bu olayların önüne çok önce geçilirdi ama şimdi soru işaretleri fazla. Bu olay patladığından beri takip ediyorum Ramos'un oyununu. Bugün yaptıklarıyla artık tamam dedim. O yüzden yazıya döküldü düşüncelerim. Mourinho melek demiyorum ama Casillas ve Ramos'un yaptıklarını kabul etmem mümkün değil. Ters geliyor bana. Sonuçta düşünüyorum Jose Mourinho'nun başka takımlarda oyuncularıyla geçmişini. Porto'da, Chelsea'de, Inter'de bir Allah'ın kulu çıkıpta bu adam hakkında kötü bir şey söyledi mi?
Maçın geneline bakarsak eğer, Ronaldo'nun golü tam zamanında gelse de bu seneki organizasyon eksikliği yine ön plana çıktı. Kapalı Manchester savunmasını sağlıklı bir şekilde aşmayı başaramadı Real Madrid. Jose'nin birkaç hamlesi oldu ama özellikle Mesut'un performansındaki düşüklük daha fazla pozisyon üretilmesine engel oldu. Doğal olarak Ronaldo ve Benzema'nın da etkinliği azaldı. Çıkına kadar Di Maria, ekstra işler yapmaya çalıştı. Khedira'da kapasitesi el verdiğince zorladı ama bir yere kadar tabii. Manchester United'ta ise Robin Van Persie gerçekten çok büyük oynadı. Kırmızı Şeytanların tüm hücumlarından ya başlangıcı ya da bitirişinde vardı diyebiliriz. Genç Wellbeck de aynı şekilde çok zorladı Real savunmasını. Mesela bir Real Madrid'te bu 2 oyuncunun seviyesine ulaşan bir isim yoktu. 2.yarıda zaman ilerledikçe ve Real Madrid kaçırınca Manu'nun da direnci arttı. Hatta öne de geçebilecek fırsatları da yakaladılar ama olmadı.
Maçın hakemi Felix Brych ise gerçekten kötü bir yönetim gösterdi. Di Maria'nın pozisyonu net penaltı. Sonrasında Varane'ın pozisyonu bana göre faul ve son adam olarak atılması lazım. Son korneri kullandırmaması da komikti. İki taraf adına da zaman zaman tuhaf faul düdükleri çaldı. Bir laboratuvar hakemi daha mı diye sormaktan alamadım kendimi. Bir Fifa projesi daha mı?

1-1'lik bir sonuç var şimdi karşımızda. Tur henüz bitmiş değil tabii ki. Real Madrid orada da gol ya da goller bulabilir. Hatta orada ilk golü bulan taraf bu kezde Real Madrid olursa bana göre  tura da yakın taraf olur. Ama sonuçta rakipler için tam bir mezarlık olan Old Trafford'a gidiyorsunuz. Kağıt üzerinde favori an itibariyle Manchester United. Hikayenin sonunu ise bekleyip göreceğiz.

11 Şubat 2013 Pazartesi

Jose vs. Alex

Bir tarafta Jose, diğer tarafta Sir Alex olmasa yine de büyük bir eşleşme ama bu iki ismin dostluğu bir yana rekabeti de maçın kalibresini yukarıya çekiyor. Bugüne kadar toplamda 15 kez karşı karşıya gelmiş ikili. Portekizlinin, Premier Ligin efendisine üstünlüğü rakamlarla da sabit. Bu kez kim güler tahmin etmek zor ama geçmiş Jose diyor. 6 galibiyet, 3 mağlubiyet, 6 beraberlik.

İkili arasındaki ilk maçlar 2004'ün ilk yarısında oynandı. Jose, Porto'nun başındaydı. Sir Alex'in Manu'su favoriydi. İlk maçı Porto evinde 2-1 kazanmış. İkinci maçta Manchester United, 1-0 ile avantajı elinde tutuyordu. Ancak uzatma anlarında Costinha'nın golü ve Jose'nin Old Trafford'ta soyunma odasına giderken tribünlere yaptığı hareket akıllarda kaldı. Porto o sene Şampiyonlar Ligi'ni kazandı ve Mourinho yazın Chelsea'nin başına geçerek rekabetin boyutunu genişletti. Aynı zamanda çok iyi dost olduklarını söyleyen ikilinin arasındaki diğer maçlar ise şöyleydi;
25.02.2004 Porto-Manchester United: 2-1 (Şampiyonlar Ligi 1.maç)
09.03.2004 Manchester United-Porto: 1-1 (Şampiyonlar Ligi 2.maç)
15.08.2004 Chelsea-Manchester United: 1-0 (Premier Lig)
12.01.2005 Chelsea-Manchester United: 0-0 (Lig Kupası 1.maç)
26.01.2005 Manchester United-Chelsea: 1-2 (Lig Kupası 2.maç)
10.05.2005 Manchester United-Chelsea: 1-3 (Premier Lig)
06.11.2005 Manchester United-Chelsea: 1-0 (Premier Lig)
29.04.2006 Chelsea-Manchester United: 3-0 (Premier Lig)
26.11.2006 Manchester United-Chelsea: 1-1 (Premier Lig)
09.05.2007 Chelsea-Manchester United: 0-0 (Premier Lig)
19.05.2007 Chelsea-Manchester United: 1-0 (FA Cup Finali)
05.08.2007 Manchester United-Chelsea: 1-1 (C.Shield, Manu penaltılarla kazandı)
24.02.2009 Inter-Manchester United: 0-0 (Şampiyonlar Ligi 2.maç)
11.03.2009 Manchester United-Inter: 2-0 (Şampiyonlar Ligi 2.maç)

2 Formayı da Giyenler (Real-Manu)

Şampiyonlar Ligi son 16'da sonucu en çok merak edilen eşleşme Real Madrid-Manchester United. Son 2 gündür Mourinho'nun, Ferguson'un, 2 takım futbolcularının açıklamaları sürekli gazete sayfalarında. Marca bugün güzel bir arşiv çalışması yapmış. 2 takım formasını giyenleri, Yapılan alışverişleri ortaya koymuş. Doğal olarak Real'in terazisi aşırı ağır basıyor, Manu'nun gelir kaynağı olmuşlar bir yerde. İsimlere bakarsak;
 Cristiano Ronaldo 6 sezon oynadı Manu'da, 4 sezondur Real Madrid'te. 94 milyon Euro'ya geldi. Aldığı ve bonservisine verilen parayı son kuruşuna kadar daha şimdiden karşılığını verdi. 179 maçta 183 gol attı. Tek eksiği Manchester'da kazandığı Şampiyonlar Ligi Kupası. Onu da havaya kaldırırsa Kupa hedefine ulaşıyor İspanya'da.
David Beckham 11 sezon oynadı Manu'da, 4 sezonda Real Madrid'te. Kırmızılarda 494 maçta 85 gol, Real Madrid'te 155 maçta 20 gole imza attı. Özellikle son sezonunda 2.yarıda düzenli forma giydi, şampiyonlukta önemli pay sahibi oldu. Zaten kupa kazandığı tek sezondan sonra ABD'ye gitti. 35 milyon Euro'ya geldiği Real Madrid'te Los Galacticos projesinin önemli isimlerinden biri oldu. Perez'in 1.dönemindeki karışılık yüzünden o da kayboldu gitti. Ta ki başkanlığa Ramon Calderon, teknik direktörlüğe Fabio Capello gelene kadar.
Gabriel Heinze 3 sene Manu'da forma giydikten sonra Real'e geçti ve 2 sezon da orada forma giydi. Ferguson onu 10 milyona almıştı PSG'den, Madrid'e 12 milyon Euro'ya satarak karlı bir alışveriş yaptı. Arjantinli devamında parladığı ülkeye dönerek ezeli rakip Marsilya'ya transfer oldu.
Ruud Van Nistelrooy 5 sezon Manu'da, 4 sezon Real Madrid'te forma giydi. 2 takımda da kazanılan şampiyonluklarda önemli rol oynadı. Real'deki ilk sezonunda takımın gol yükünü adeta tek başına çekti, Capello'nun defansif sisteminde ekmeğini taştan çıkardı. Manchester onu 27 milyon Euro'ya almıştı PSV'den 15 milyona Real Madrid'e sattı. Hollandalı 2 takımında da kendisine ödenen paranın hakkını verdi.
Michael Owen İngilizlerin altın çocuğu olarak Liverpool'dan Real Madrid'e 2004'te 12 milyon Euro'ya geldi. Ancak Galacticos'un kaos ortamına en fazla 1 sene dayanabildi. 36 maçta 13 gol attıktan sonra ülkesine dönerek Newcastle United'a geçti. Sakatlıklardan kafayı kaldıramadı ve 4 sezonda sadece 71 maç oynayıp Ferguson'un rotasyon adamı olmayı kabul etti. Kırmızılarda da aynı sıkıntılarla boğuşan Owen, 3 sezonda 31 maç oynayıp 5 gol attıktan sonra şimdi Stoke City'de.
İngiliz Laurie Cunningham 1979'da West Bromwich Albion'dan geldi Real Madrid'e. Sol kanat oyuncusu, ilk sezonunda oldukça başarılı olurken özellikle Camp Nou'da 2-0 kazandıkları maçta fırtına gibi eserek taraftarın kalbinde taht kurdu. Ancak sonraki sezon yaşadığı sakatlık zamanında geri döndüğü Avrupa Kupası finalinde Liverpool'a 1-0 kaybedilen maçta hazır olmadan oynaması ve tekrar sakatlanması Cunningham'ın biletini hazırladı. Tam bu dönemde 1983'te Manu'ya kiralanan oyuncu burada 5 maçta forma giyip 1 gole imza attı.

8 Şubat 2013 Cuma

Samet Aybaba Doğru Yolda

En başta hiç istememiştim Samet Aybaba'nın Beşiktaş'ın başına geçmemesi. Bunu inkar edecek değilim. Sonrasında yaptıklarıyla hatalı olduğumu da anladım zaten. Takımın şampiyonluk yarışında olması değildi bana bunu söyleten. Geldiği günden bu yana açık ve net olması, anadolu takımlarını çalıştıran diğer teknik adamların çoğu gibi kapanan değil, bir büyük takım nasıl oynaması gerekiyorsa öyle oynattığı için Beşiktaş'ı, saygım her geçen gün arttı Samet Hoca'ya. Daha yapması gereken çok şey var. Daha yolun başında ama Beşiktaş'ın başında şu anki imkanlarla işini bilen bir teknik adam ne yapabilecekse onu yapıyor. Ne karamsar bir tablo çiziyor. Ne de uçuyor. Planını yapmış bekliyor.
Yönetimde Samet Hoca'nın ne yapmaya çalıştığını iyi anlar ve sabrederse Beşiktaş'ın önünün çok açık olduğunu düşünüyorum. Tabii burada şansının da yanında olması lazım. Zira bazen ne kadar doğruyu yapmaya çalışırsanız çalışın şans yanınızda değilse, planlarınız suya düşebilir. O yüzden Beşiktaş yönetiminin sabrı burada çok önemli. Dönemsel başarı yada başarısızlıkların rüzgarına kapılırlarsa çok üzülürler ve hata yapma oranları fazlalaşır. Bebek adımlarıyla gitmeli Beşiktaş. Doğru, bu sene bir fırsat geldi şampiyon olmak için. Biraz önce bahsettiğim şans biraz yanında olsa siyah beyazlıların, belki şu an çok farklı şeyler konuşacaktık. Galatasaray bu sene nasıl Şampiyonlar Ligi'nde gruptan çıkınca ve karşısına Schalke gibi dengi bir takım çıkınca hedeflerini yükseltti, Beşiktaş'ta geride kalan haftalarda istediği sonuçları alsa farklı düşünecekti.
Beklemediğin bir sezonda böyle bir tablo çıkınca ortaya şansının yanında olması şart. Kalan haftalarda her ne kadar matematiksel olarak şampiyonluk ihtimali olsa da Beşiktaş'ın işinin çok zor olduğunu kabul etmek lazım. Çünkü altın tepsiler peş peşe geldi ve çoğundan yararlanamadı siyah beyazlılar. Finale yaklaşırken puan almak daha da zorlaşacak. Altta ve üstte puanların bu kadar yakın olduğu bir ligde zirveye oynayanlar artık daha az kaybedecek. O yüzden sihirli bir değnek değip akıl almaz bir seri yakalamazsa Beşiktaş, şampiyonluktan bahsetmek zor. Sakatlıklar ve kadro darlığı zorun sebepleri. Kalan haftalarda aynı bütünlüğü korumakta zor olacak Samet Aybaba için. Türk futbolcusunun garip hastalığını, hedeften uzaklaştıkça yeni bir hedef yaratma yerine bırakma alışkanlığını nasıl yenecek bende merak ediyorum. Bu sezon yaptıklarına bunu da eklerse işte o zaman önümüzdeki yılların temelleri daha da sağlam olur. Şimdi tek yapması gereken son açıklamalarında belirttiği gibi önümüzdeki sezonun kadrosunu şimdiden oluşturmak ve yerli iskeleti sağlamlaştırmak. İzin verilirse Samet Hoca'nın bunu başaracağından artık hiç kuşkum yok.

6 Şubat 2013 Çarşamba

En iyi 10 Dizi

Uzun süredir yapmayı düşündüğüm bir listeydi bu. İş dışında stresimi dizi ya da film izleyerek atıyorum çoğu zaman. CSI ve türevi dizileri izlemem. Bağımsız konuların işlendiği diziler pek tarzım değildir. Çok başarılı olmazsa. Şu an kadar en kayıf aldığım dizi 24'tü. Soluksuz izlediğim bunun gibi bir yapım daha olmadı. Bitenlerden en çok özlediklerim House MD, Battlestar Galactica ve Friends'tir. Seriye yeni başlayanlardan Arrow ve The Following gayet başarılı. İzlemediklerim de var. Onları da bir ara toplu şekilde halledeceğim. Breaking Bad, Mad Men gibi. Aşağıda da hali hazırda devam eden dizilerden, en çok sevdiklerimin sıralaması var.
10-THE NEWSROOM
İşim dolayısıyla konunun beni sardığı, TV haberciliğini konu eden ve başrolünde usta aktör Jeff Daniels'ı barındıran çok başarılı bir yapım. Daha önce blogda yer verdiğim için devamını buradan okuyabilirsiniz.
9-CALIFORNICATION
Dizi dünyasının efsane karakterlerinden Hank Moody demek bile yeterli daha önce izlemişler olanlar için. İzlemeyenler için şöyle anlatalım. Çok başarılı bir komedi dizisi. X-Files'tan hatırladığımız David Duchovny, yetenekli ama uzun zamandır bir şey üretemeyen yazar Hank Moody'i canlandırıyor. Bunalım içindeki Moody, bir yandan kızı Becca'ya örnek bir baba olmaya çalışırken diğer yandan kızının annesi-ki hayranımdır kendisine-Karen (Natascha McElhone) ile tekrar birlikte yaşamak istemektedir. Ama kadınlara olan düşkünlüğü ve umursamazlığı sebebiyle bir türlü doğruyu yapamaz. Sürekli bir sevişme sahnesi var ve çoğu gerçekten eğlenceli. Anlayacağınız baba hiç rahat durmuyor. Moody'nin menajeri Charlie Runkle (Evan Handler) ayrı bir dünya. Dizinin lokomotiflerinden. Kısacası izlemeyen varsa şiddetle tavsiye ederim. Coupling'in hard versiyonu diyebilirim.
8-GREY'S ANATOMY
Tam bir klasik. 9.sezonunu oynuyor. Burun kıvıranlar, basit bulanlarınız olabilir ama özellikle diyaloglar tek kelimeyle harika. Karakterlerde bir o kadar güzel seçilmiş. Dizinin baş kahramanı Meredith Grey aslında dizinin en zayıf karakterlerinden. Düşünün siz gerisini. Yang rolünde Sandra Oh, Bailey rolünde Chandra Wilson, Sloan rolünde Eric Dane tek kelimeyle harika. Drama dizide zaman zaman ağır bassa da genelde çok eğlenceli bir dizi.
7-HELL ON WHEELS
Walking Dead ile bildiğimiz AMC kanalının fazla ses getirmese de müthiş kaliteli bir dizisi Hell On Wheels. Amerika'daki iç savaşta karısını kaybeden ve dizinin başrol oyuncusu Cullen Bohannan (Anson Mount), intikam arayışındayken kendisini bambaşka bir olayın içinde buluyor. Savaşın yeni bittiği ABD'de en büyük demir yolu inşaatında. 1860'larda kanunsuzluğun kanun olduğu, Kızılderililerin korku saldığı, zencilerin haklarını yeni yeni kazanmaya başladığı bu gergin ortamda senaryo ve oyunculuk tek kelimeyle harika. Karakterler çok iyi seçilmiş. Müthiş sürükleyici bir yapım.
6-WALKING DEAD
Yine bir AMC dizisi. Aslında fazla söze gerek yok. Şu an dizi dünyasının en popüler dizilerinden biri. Konu klasik aslında: Zombiler. ama konunun işlenişi, çekimler ve oyunculuk çok başarılı. Her an bir yerden zombilerin çıkacak olması, Resident Evil oynuyor hazzı veriyor. Türün meraklılarına ve gerilmeyi sevenleri fazlasıyla memnun ediyor. Yaratıcısının The Shawshank Redemption ve The Green Mile gibi efsane filmlerin yönetmeni Frank Darabont olduğunu düşünürsek dizinin başarısını normal karşılamak gerek.

5-SPARTACUS
Rome'un hayranlarından biri olarak her ne kadar daha vahşice çekilmiş olsa da Spartacus de bir o kadar güzel. İlk sezondan sonra 2011'de hayatını kaybeden Andy Whitfield'in ardından Liam McIntyre de Spartacus rolünün hakkını fazlasıyla veriyor. Fazla söze gerek olmayan, özellikle hd izlenmesini tavsiye edeceğim oldukça güzel bir prodüksiyon.

4-GAME OF THRONES
Mevcut diziler içerisinde Imdb notu en yüksek (9.4) olanı Game Of Thrones. George R. R. Martin'in lordlar, leydiler, büyücüler, askerler ve akıl almaz zalimlikler üzerine kurguladığı muhteşem bir roman ve diziye uyarlanması çok başarılı olmuş. Starklar, Lannisterlar ve daha birçokları ile müthiş bir taht kavgasını gözler önüne seren Game Of Thrones, son dönemin en iyilerinden.
3-SUITS
Açıkçası benim son dönemdeki en favori dizilerimden . En çok eğlendiğim dizi desem daha doğru olur. Dizinin başrolündeki 2 önemli isimden Mike Ross (Patrick J. Adams), eğitimini büyük annesine bakmak ve yaşadığı talihsiz olaylar nedeniyle yarıda bırakmış bir dahidir. Geçimini başkalarının yerine sınavlara girerek sağlamaktadır. Benim favorim Harvey Specter (Gabriel Macht) ise New York'un en iyi avukatlarından biri ve çalıştığı hukuk firmasında başkan yardımcılığı yapmaktadır. Kendisine bir yardımcı almak zorunda olan Harvey, Mike'ın zekasına, hazır cevaplılığına ve ansiklopedik hafızasına hayran kalır. Ama tek bir sorun vardır. O da firma sadece Harvard mezunlarını işe almaktadır. Ama Harvey bir şekilde bu sorunu halleder ve ikilinin şovu başlar. Dizide boş karakter hemen hemen yok. Donna rolündeki Sarah Rafferty başta geliyor. Dizideki isimleriyle Jessica, Louis, Meghan hepsi ayrı güzel. Şiddetle tavsiye ederim.
2-DEXTER
Muhteşem bir klasik. Artık bitmesi gerektiğini düşünenlerde olabilir ama yine de temposuyla bir şekilde bağlıyor insanı. 7.sezonunu geride bırakan efsane dizide Chuck'tan bildiğimiz sarışın afet Yvonne Strahovski'nin katılması belki de düşüşü engelledi. Özellikle son sezondan çok keyif aldığımı söylemeyelim. 8.sezonun son sezon olacağı söyleniyor ve tadından bırakmaları da şart. Artık Dexter'ın seri katil olduğunu bir küçük oğlu öğrenmedi. O yüzden bu sezon kesin bitecektir. Nasıl bağlayacaklar çok merak ediyorum.

1-HOMELAND
Daha başlamadan çok merak ediyordum. Başladı, bağımlısı oldum. Onlarda ödülleri topladı zaten. Eski blogda yer vermişim daha önce. Ayrıntıları buradan okuyabilirsiniz. Tek kelimeyle harika bir dizi.